“Ben Barak türkülerinin anasıyım” diye kendini tanıtan, türkülerini duyurmak için nice zorlu yollardan geçen, dram yüklü bir hayatın başkahramanı, Dilber Ay’ın hayat h
Haber Giriş Tarihi: 29.08.2020 22:35
Haber Güncellenme Tarihi: 29.08.2020 22:35
Kaynak:
Haber Merkezi
https://bursadameydan.com/
Bazen şiddet hayatımızda nasıl da normalleşiyor. Dilber Ay ise, giderek normalleşen bu duruma sesini türküleriyle yükseltmiş. Öyle çok yanmış ki canı, belki can yakmayı da öğrenmiş; ama daha çok sertleşip bir kaya gibi görünmeyi seçmiş. “Kendimi korumak içindi her şey!” demiş bir röportajında; “Aileden, çevreden böyle gördüm. Bir de ekmeğimi kendim kazanıyorum ya, mikrofonu elime alınca kendimi hep erkek gibi hissettim. Cahillik çağlarımdan kaldı bu sertlik.”
Hayatını şu bir iki cümleyle özetlemiş sanki. Ama içine girdikçe ne olaylar var, ne olaylar… Ve ne olursa olsun, ailesinden hiç vazgeçmemiş. Doğrusu bu diye öğretildiğinden mi, yoksa kalbinde hep özlediği aile sevgisinden mi bilinmez. İşte tüm bu yaşadıklarının toplamında o, Dilber Ay olmuş…
Doğallığı, sert duruşunun altındaki ince ince sızlayan kalbi ve türküleriyle göçüp gitti bu dünyadan artık. Dilerim mekânı cennet olsun…
Ruhu şad olsun Dilber Ay…
Çocukluğu
Dilber, 1 Ocak 1956’da, Kahramanmaraş’a bağlı Pazarcık ilçesinde, kökeni Halep’e dayanan, yarı Yörük yarı Kürt bir ailenin çocuğu olarak, bir çadırda dünyaya geldi. Ailesi, Gureşan aşiretine mensuptu.
Yıllar sonra İzzet Çapa, kendisiyle yaptığı bir röportajda, “Gel en baştan başlayalım… Dilber Ay mı doğdun, sahne mi seni Dilber Ay yaptı?” diye sorduğunda, şunları söyleyerek başlayacaktı çocukluğunu anlatmaya:
“Dilber Ay doğdum, Dilber Ay kaldım… Köküm Halep’ten gelme. Aşiret çocuğuyum. Gureşan aşireti. Ehlibeyt’im. Çadırda doğmuşum. Ağlarken bile Barak okumuşum. Barak’ın anasıyım ben.”
Öyle işte, bir şekilde hayat başlamıştı…
Kahramanmaraş’ta ilkokul 3.’cü sınıfa kadar okudu. Daha sonra ailesi ekmeğini başka yerde kazanmayı denemeye karar verdi. Önce Ankara’ya, oradan da Bolu, Düzce’ye göç ettiler. Sonunda Düzce’ye yerleştiler. Ama Dilber, bir daha okula hiç gitmedi. Bir bakıma derdini anlatacak kadar okuyup yazabiliyordu artık. Ama derdi anlatabileceğinden çoktu. Hayat onun için zor geçiyordu ve daha da zorlaşacaktı…
Acı yüklü yetenek keşfi
Radyodan bir ekip göndermişlerdi Düzce’ye. Güzel sesleri keşfetmek üzere gelmişler, askerlik şubesine çadır kurmuşlardı. Dilber, kendi deyimiyle emmisinin kızını da yanına katıp, gizlice gitmişti. Şarkı söylemek, yanık sesini onlara da duyurmak istiyordu. Bunca öfkeli insan arasında tozlaşmaya yüz tutmuş hayalleri vardı…
O güzel sesiyle, “Gönül Gel Seninle Muhabbet Edelim” türküsünü söylemişti. O anki heyecanını, sevincini gölgeleyen endişesini Çapa’ya verdiği röportajında şöyle anlatacaktı:
“Meğer bütün akrabalar oradaymış. Eve dönüyoruz, baktık bizimkiler arkamızdan geliyorlar. Anaa… Dedim ki “Bizi öldürecekler emmi kızı”…
Korktuğu kadar vardı. Bundan sonrası işkence sahneleri içeren bir filmden alıntı gibiydi. Babası öylesine öfkelenmişti ki, Dilber’in parmaklarının arasına kaşık koyup kırdı. Ama hıncını alamamıştı. Onun feryat eden sesi, acıdan gözünden boşalan yaşlar, hiçbir şey onu durdurmadı ve boynuna bir ip geçirerek kızını ahıra kadar sürükledi. Hayvanların yanına bağladı. Sabaha kadar bir süre sonra yenik düştüğü uykunun kollarında acısını bir nebze olsun unutmaya çalışıyordu…
Acı hayatının merkezindeydi
Bu tür öfke dolu sahneler Dilber’in hayatından hiç eksilmedi. Hatta zamanla sıradanlaşacaktı da bu durum. Öyle ki yine aynı röportajda Çapa’ya babasını sıradan bir eda ile şöyle açıklayacaktı Dilber: “Hakiki kovboy gibi bir herifti babam. Abi adam yanlış bir şey gördüğü vakit bıçak atıyordu bize ya… Valla hepimizi bıçaklamıştır; beni, kardeşlerimi…”
Bu sıradanlaşmış öfkenin neredeyse canını alacağı anlar da yaşanıyordu elbet. Başına gelen olaylardan birini aynı röportajda şöyle anlatacaktı: “Bir ara “Senin kızın erotik film çeviriyor” demişler babama. Öbür Dilber Ay’la karıştırmışlar. Hani açık saçık film çeviren kadın vardı ya… Amcam gelmiş demiş ki “Hüseyin, dünyaya rezil olduk, kızın türkücü oldu, sinemada 10 tane erkekle çırılçıplak aynı yatağa giriyor…
Namusunu kurtarmak için dağa çıkar, vur kızını” diyorlar. Babam tabancayı beline sokuyor, gidiyor sinemaya. Filmi izliyor “Ya gardaşım bu bizim Dilber değil. Ben kızımı tanımam mı!” diyor. Paçayı zor kurtardık.”
Oysa babası da türkücü olmak istemişti
Evet, kızına bunca tepki gösteren, işi işkence boyutuna taşıyan adam, kendisi de zamanında türkücü olmaya kalkmıştı. Bunun için de askerden gelir gelmez, karısını köyde bırakıp Urfa’ya, askerlik arkadaşı türkücü Nuri Sesigüzel’in yanına kaçtı. Arkadaşının evini bulduğunda da, onun İstanbul’da olduğunu öğrenmişti.
Hemen kalkıp İstanbul’a gitse de, yıllar sonra kızına yaptığını, bu sefer babası kendisine yapmıştı. Onu yaka paça sürükleyip evine götürmüştü. Belki de Dilber’e, kendisine yapılan muamelenin aynısını yaparak kendi çocukluğunun intikamını alıyordu farkında olmadan. Ya da öğrendiği doğru, onu buna sürüklemişti. Bu kader zinciri miydi?
Yarışmada birinci olduğunu öğrendi
Dilber’i apar topar evlendirmişlerdi. Bu aslında içinde aşk barındırmayan, zoraki bir evlilikti. Hatta evlendiği kişi neredeyse dedesi yaşındaydı. Çünkü Dilber, henüz 13 yaşındaydı! Aslında başlık parası durumu da vardı. Babası, belki de kızının da evden kaçmasından korkmuştu, kim bilir! Tıpkı kendisi gibi…
Henüz kendisi çocuktu ve şimdi de hamileydi. Bu sıralardı. Radyodan birinci olduğunu bildiren bir mektup aldı. Babasının elini ensesinde hissetmesi gecikmedi. Onu, hamile haliyle öldüresiye dövdü. Belli ki bu konudaki hıncı hiç geçmeyecekti…
Ve Dilber Ay, yıllar sonra da olsa, bu anları röportajında anlatırken, iki damla yaş süzülecekti gözlerinden usulca…
Canı çok yanıyordu. Ama ne kadar canı yansa da, bir gün belki en çok yaşayarak öğrendiği bu “doğrulardan” sebep, o da yapacaktı aynı hataları. Bir kızı evlendiğinde 18’indeydi, diğeri ise 16! Çapa, “Bugünkü aklınla onları yine evlendirir misin?” diye sorduğunda ise, “Allah etmesin anam… Keserim o kapıya geleni. Ama o zamanlar ben de çocuktum, nerden bileyim?” diyordu. Oysa insan, zamanı gelince, kader çizgisini kıramıyorsa, hep aynı yollardan geçiyordu.
Zira böylesine dayak yemişken gün gelecek Dilber Ay da, kızını mutfakta bulaşık yıkarken türkü söylediği için dövecekti. Yine aynı röportajda ise, şu cümlelerle açıklıyordu geçilen yolların aynılığını fark etmeden: “Böyle şeylere heveslenmesin diye… Bir eve, bir deli yeter.”
Ama şimdi ölesiye dövülmüştü; kaçıncı kez olduğunu bilmiyordu bu dayakların. Bir yandan yarışmada da birinci olmuştu. Bu gerçek, karanlığın içindeki minicik, mini minnacık bir aydınlık gibiydi; nasıl peşinden gitmezdi! Çok sonra bir şekilde kaçıp İstanbul’a, radyoya gitmeyi başardı. Ama bu sefer de jandarma engel oldu ona. Birinci olduğunu bildiren mektubu gösteremeden onu dilenci sanıp gönderdiler…
Yıllar geçti. Zorlama evliliği ona iki kız çocuğu getirmişti. Neyse ki sonunda ondan boşanmayı başarmıştı. Elbet gerisi de gelirdi…
(Solda İzzet Çapa ve sağda eşi İbrahim Karakaş)
Dilber Ay şöhret yolunda
Dilber, radyoya gidip dönmek zorunda kalmıştı; ama tek umudunu da burası sayıyordu. Ondan vazgeçemezdi. Mektubu saklaması için ninesine vermiş, bir gün ondan geri almanın hayalini kuruyordu. Şimdi radyonun kapısını tekrar çalma zamanı gelmişti. O günü bir başka röportajda şöyle anlatacaktı:
“Sene 72-73. Mevsim kış. Ayağımda lastik var, delik. Yün çorap var; ama ayağım hep ıslak. Şalvarım, başımda atkım var. İçeride beni hatırladılar. Eylül’ün 20’sinde yine gel dediler. Aralarında para toplayıp beni gönderdiler.”
O parayla önce bir ayakkabı aldı ve evine geri döndü. Bir hafta sonra da babasıyla gittiler tekrar radyoya. Aman Allah’ım, ne korku! Neredeyse kalbi ağzından çıkıverecek. Heyecan desen denmez. Zira “Herhalde beni öldürecek diye düşünüyordum.” diyecekti yine röportajında. Babasının türkücü olmak için İstanbul’a gelişinin hikâyesini de işte bugün öğrenmişti…
Radyoda tanındıktan sonra 24 albüm yapacağı, şöhreti tadacağı, parayı kazanacağı bir hayat perdesi açıldı önünde. Şimdiye kadarkinden başkaydı. Bir yandan da neredeyse değişen pek bir şey yok denebilirdi…
Yıllar geçiyordu; Dilber, yanık sesiyle fırtınalar estiriyordu. Doğrusunu itiraf etmek gerekirse, bu kadarı hayallerinin ötesinde olmalıydı…
Dönemin ünlü isimleri ile sahnedeydi
Çadırda doğan bir bebekken, kaderinde şimdi sahnede şarkılar söyleyip, çok para kazanmak vardı Dilber Ay’ın. Radyodan para kazanamıyordu. O da sahnelere yöneldi.
Şimdi Ankara gazinoları sıraya girmiş, Dilber Ay’ı paylaşamıyordu. Tozu dumana katmış, şöhretiyle uçuyordu. Zeki Müren’den İbrahim Tatlıses’e kadar ünlü pek çok isim onunla çalışmak istiyordu. “Sanatçının hasosuyum anlayacağın” diye özetleyecekti bu durumu Çapa’ya…
Tabii gazinocular da sıradaydı. Hepsi Dilber Ay gibi bir ismi kendi gazinosunda sahneye çıkarmak istiyordu. Sonunda “Birbirimizi kırmayalım arkadaşlar. Sırayla hepimizde çıksın.” diye mutabık olmuşlardı.
Çok para kazanıyordu gerçekten. Yevmiyesi 35 liraydı. O zaman için çok para! Bu dönem Zeki Müren ile ilgili bir anısı da vardı unutamadığı. Çapa’ya verdiği röportajında onu da anlatacaktı:
“Bir gün Ankara’da çorbacıdayız. Zeki Müren benim arabayı kapıda görüp “Bunun sahibini bana çağırın” diyor. Araba Cadillac 8… Önüne de bayrak kondurmuşum. Ben yanına gidince, “Yahu sen bu yaşta bu arabayı almışsın. Başka neyin var?” diye sordu. Dört evim vardı, bugün 2 trilyon versen alamazsın… Ayrıca üç Amerikan arabam daha…”
Öyle çok arabası vardı ki, herkes ona, “Benzinliğin mi var?” diye soruyordu. Anısının yanına “Cahiliz be!” diye de eklemişti bir anıya daha geçerek:
“Bir tane de Regal’im vardı. Bir Ford Granada, bir de Buick… Babama “Bir de uçak alalım bari” dedim. “Nereye koyacaksın kızım uçağı?” deyince “Bahçeye konduruveririz” diye cevap verdim. Ben öyle zannediyordum. Meğer havaalanında dururmuş. Cahiliz be anam babam…”
Bir de tabii ister istemez insanın aklına babasının bu işe şiddetle karşı çıkışları geliveriyor. Çapa, özellikle “Babanın kırdığı parmaklar, para saymaya başlayınca kıymete mi bindi Dilber Ay?” şeklinde soracaktı bu soruyu kendisine. Dilber Ay da, “Tabii ama kovboy yine aynı kovboy. Gazinoya sülalece gidiyoruz. Önde ben, arkada bizimkiler. Hepsi bellerinde silahlarla oturur, beni beklerler.” şeklinde verecekti cevabını…
Kazandığı parayı kelleye yatırıyordu
Bu cümle ilk okunduğunda pek tuhaf gelse de, aslında tam manasıyla bu olmuştu. Dilber Ay, şöhretini, başına konan talih kuşunu, Çapa’ya şöyle anlatacaktı: “Hah, benim başıma dört kez kondu o… Dört defa şöhret oldum. Ama zirvede yel çok olur, uçup gitti paralar…”
Dilber, gazinoda 35 lira kazanıyorsa, o gece 20 lirası yeniyordu. Eğlenceye, alkole para yatırmak gibi bir durum değildi bu. Öyle ki bu günleri andığında, “Sahnede mikrofonu elime aldığım an zaten sarhoş oluyorum. Eğer bir duble içsem İstanbul’u bile rehin alırım. Harbi konuşuyorum, kendimi biliyorum, neden içeyim ki? Kola bile içmem, su içer çıkarım sahneye.” diyecekti.
Dilber, sahneden indikten sonra bir kelleciye giriyor ve tüm kelleleri alıyordu. Malum, evde boğaz çok; işte o 20 lira böyle harcanıyordu.
“Yabancı benim paramı yiyemez. Ailem yedi; ama helâl olsun!” diyordu. Kardeşine bir imza verdiğinde, tüm parası, malı uçup gidivermişti. Bu cümleyi buna rağmen kuruyordu. Çapa, ona kahrolmuşsundur dediğinde de: “Tövbelerin tövbesi, niye üzüleceğim ya… Ben yine paramı kazanıyorum.” diyordu.
Ve ekliyordu: “Dünyanın en zengin kadınıyım babacım. İstediğim yeri alırım. Hâlâ geçerliyim, aslan gibi paramı kazanıyorum. De ki bana “Hanın, hamamın var mı?”, yok. Ama gecekondu evler yaptım kendime… Gecekondu dediysem benim için köşk. Çoluğum çocuğum hep etrafımda.”
Gözü hiç parada pulda olmamıştı. 3 çocuğu, 3 damadı ve 14 torunu, yeğenleri, bacıları derken 40 boğaza bakıyordu. Hiç gocunmadı. Hiç şikâyet etti mi bu hâllerinden içinde bilinmez; ama onu sevmeyen bir tek insan bile yoktu çevresinde. Belli ki samimiydi…
Bu kez gerçekten evlendi
İbrahim Karakaş, Dilber Ay ile tanışmak istiyordu. Arkadaşları, “Seni kovar o, boş ver!” diye sürekli uyarsalar da, İbrahim Bey, tanışmakta ısrarcıydı. Almanya’da bir arkadaşının aracılığıyla tanıştılar. İbrahim Bey, kararlı durmuştu; 1998’de evlendiler. Bu seferki, içinde aşk olan, gerçek bir evlilikti. Evliliklerinde 30 yılı aşacaklardı…
Dilber Ay, bir röportajında evliliği ile ilgili konuştuğunda, şunları söyleyecekti:
“İlk günkü sevgi ve heyecan ikimizde de hâlâ var. Zaten olmasa bugünlere gelemezdik.”
(Beynelmilel)
Sinemada Dilber Ay
Dilber Ay, 2006’da, “Beynelmilel” ile sinemayla tanıştı. Bir gün ofise çağırdılar onu. Necati Akpınar, Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Gülben Ergen ve Meral Okay, elbirliği ile ikna etmişlerdi. Dilber Ay, beyazperde de görünecekti.
Ama çekim süreci biraz zorlu oldu. “Filmci değilim ki ben, türkümü söyler giderim. Kendimi onların içinde esir hissettim.” diye açıklıyordu sürekli seti bırakıp gidişlerini. Sonra ekliyordu: “Adamların yemek içmek saatleri bile planlı. Uyku desen hiç yok. Bir de yemekler az gelince… Dayanamam ben öyle işe. Benim yemeğim bol olacak, etli olacak. Etsiz yemek yemem ben.”
Neyse ki bir şekilde çekimler bitti. Meral Okay’ın ahretliğini oynadığı filmde söylediği “Hacı Ağa”, namı diğer “Tavukları Pişirmişem” türküsüyle dillere pelesenk oldu.
(Yol Arkadaşım)
Beynelmilel filmi, müzik kariyerinin üzerine oyunculukta da ne kadar yetenekli olduğunu anlamasını sağladı. Dilber Ay, Beynelmilel ile 14. Altın Koza Film Festivali’nde, “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü”nü aldı.
Daha sonra onu başka filmlerde de izledik. Dilber Ay, 2014’te, “Hayat Sana Güzel” ile “Mazlum Kuzey”, 2015’te “Figüran”, 2017’de “Yol Arkadaşım” ve son olarak da 2018’de, “Yol Arkadaşım 2” filmiyle kamera karşısındaydı…
Kadere Mahkûmlar ile fenomen oldu
Kader mahkûmları, Dilber Ay için özel bir yerdeydi. Onların ruh hâlini düşünüyor, bir nebze de olsa onlar için bir şeyler yapmak istiyordu. Çünkü kendisi de 8 ay 20 gün cezaevinde kalmıştı ve orada olmanın hissiyatını kavramıştı. Bunun için yıllarca hep iyi reytinglerle süren, daha önce görülmemiş bir formatın başkahramanı oldu. Dilber Ay, 2010’da, Flash TV’de, “Kadere Mahkumlar” adlı bir konsept program sunmaya başladı.
Kanaldan kendisine bir teklif geldi. Ellerinde farklı bir proje olduğunu ve halkın Dilber Ay’ı istediğini söylüyorlardı. Parmaklıklar ardından mahkûmlara türküler okuyan Dilber Ay, programı Devran İskender ile birlikte sundu. Farklı konseptiyle ilgi çekmiş, sosyal medyada fenomen olmuşlardı. Dilber Ay, underground bir türkücü olarak anılıyordu…
2016’da katıldığı canlı yayın programında şöyle bir ifade kullandı: “O programı gözyaşları içinde ciğerim yanarak yapıyordum, o işin sorumluluğu çok ağırdı.” Programdan sebep şeker hastası olduğunu da vurguluyordu. Programı bitirmesine sebep olan büyük bir acı olmuştu. Hapishaneden bir mektup gelmişti ona. Bir genç, sevdiği kızı, ailesinin reddetmesi yüzünden yaşadığı üzüntüyü paylaşıyordu. “Keşke o mektup bana bir hafta önce gelseydi o zaman ben o kızı alır nikahı yapar maddi manevi olarak da yardım ederdim ancak geç kalmışız” diyordu Dilber Ay. Geç kalmışlardı, çünkü gencin intihar haberini almıştı. Bu olayın üzerine programı bitirmeye karar verdi.
Her şey zamanında onun hapse girmesiyle başlamıştı aslında. O anın da itiraf zamanı gelip çatmıştı. Dilber Ay, Avrupa turnesi sırasında yaşadığı bir olaydan sebep hapse girmişti. Daha sonraki röportajlarında bu durumu hep bir anlaşmazlık, tartışma ortamı olarak söylemekle yetinse de 2017’de konuk olduğu “Yaşamdan Hikâyeler” adlı programda, canlı yayında itiraf etti.
Şöyle anlatmıştı yaşadıklarını: “Bu dünyada namusuma, ekmeğime, şerefimle oynama. Bu yüzden yaptım. Başıma kötü bir şey gelmesin diye vurdum adamı. 7-8 yerinden bıçakladım. Ah bile etmedim. Sarkıntılık yapmak istedi. O da boğazında kaldı.”
Dilber Ay öldü
Onu en çok doğallığıyla sevdik. Konuşması, tavrı, olaylara yaklaşımı hem bizden biri gibi hem de hepimizden başkaydı işte. Tüm Türkiye’ye onun en doğal hâli Kadere Mahkûmlar programı sebebiyle Cüneyt Özdemir’in hazırlayıp sunduğu 5N1K programına konuk olduğunda yaşanan “Zorunda mıyım?” diyaloğu ile hafızamıza kazındı. Türk televizyonlarında efsaneler arasına girdi.
Özdemir’in,“En çok istenen 5 parçanın ismini sayar mısınız?”sorusuna Dilber Ay, “Zorunda mıyım?” şarkısını sayarak başlayınca ortaya renkli görüntüler çıkmıştı. Özdemir’in, “Hayır efendim, tabii ki zorunda değilsiniz ama…” tepkisi, Dilber Ay’ı oldukça güldürmüştü…
Ama dün gece hepimizin akıllı telefonlarına düşen bildirim ya da sosyal medyada gördüğümüz haberleri hiç güldürmedi.
Düzce’de, Ağa Mahallesi’nde oturan Dilber Ay, geçtiğimiz gün akrabalarını ziyaret için Ankara’ya gittiğinde, ayağındaki şişlikler üzerine hastaneye gitmişti. 63 yaşındaki Dilber Ay, dün gece saat 22.00 sularında kaldırıldığı Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde geçirdiği kalp krizi sonucu, 23.00’te yaşamını yitirdi. Tüm mahallesini, yakınlarını yasa boğdu…
Dilber Ay, hayata veda etti. Barak türküleri, anasız kalmıştı. Ekranlardan izleyerek sevdiğimiz, dağ gibi heybetli, çelik gibi güçlü; ama yine de bence bir yaprak gibi naif, duygusal bir Dilber Ay geçti bu dünyadan…
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Dilber Ay
“Ben Barak türkülerinin anasıyım” diye kendini tanıtan, türkülerini duyurmak için nice zorlu yollardan geçen, dram yüklü bir hayatın başkahramanı, Dilber Ay’ın hayat h
Bazen şiddet hayatımızda nasıl da normalleşiyor. Dilber Ay ise, giderek normalleşen bu duruma sesini türküleriyle yükseltmiş. Öyle çok yanmış ki canı, belki can yakmayı da öğrenmiş; ama daha çok sertleşip bir kaya gibi görünmeyi seçmiş. “Kendimi korumak içindi her şey!” demiş bir röportajında; “Aileden, çevreden böyle gördüm. Bir de ekmeğimi kendim kazanıyorum ya, mikrofonu elime alınca kendimi hep erkek gibi hissettim. Cahillik çağlarımdan kaldı bu sertlik.”
Hayatını şu bir iki cümleyle özetlemiş sanki. Ama içine girdikçe ne olaylar var, ne olaylar… Ve ne olursa olsun, ailesinden hiç vazgeçmemiş. Doğrusu bu diye öğretildiğinden mi, yoksa kalbinde hep özlediği aile sevgisinden mi bilinmez. İşte tüm bu yaşadıklarının toplamında o, Dilber Ay olmuş…
Doğallığı, sert duruşunun altındaki ince ince sızlayan kalbi ve türküleriyle göçüp gitti bu dünyadan artık. Dilerim mekânı cennet olsun…
Ruhu şad olsun Dilber Ay…
Çocukluğu
Dilber, 1 Ocak 1956’da, Kahramanmaraş’a bağlı Pazarcık ilçesinde, kökeni Halep’e dayanan, yarı Yörük yarı Kürt bir ailenin çocuğu olarak, bir çadırda dünyaya geldi. Ailesi, Gureşan aşiretine mensuptu.
Yıllar sonra İzzet Çapa, kendisiyle yaptığı bir röportajda, “Gel en baştan başlayalım… Dilber Ay mı doğdun, sahne mi seni Dilber Ay yaptı?” diye sorduğunda, şunları söyleyerek başlayacaktı çocukluğunu anlatmaya:
“Dilber Ay doğdum, Dilber Ay kaldım… Köküm Halep’ten gelme. Aşiret çocuğuyum. Gureşan aşireti. Ehlibeyt’im. Çadırda doğmuşum. Ağlarken bile Barak okumuşum. Barak’ın anasıyım ben.”
Öyle işte, bir şekilde hayat başlamıştı…
Kahramanmaraş’ta ilkokul 3.’cü sınıfa kadar okudu. Daha sonra ailesi ekmeğini başka yerde kazanmayı denemeye karar verdi. Önce Ankara’ya, oradan da Bolu, Düzce’ye göç ettiler. Sonunda Düzce’ye yerleştiler. Ama Dilber, bir daha okula hiç gitmedi. Bir bakıma derdini anlatacak kadar okuyup yazabiliyordu artık. Ama derdi anlatabileceğinden çoktu. Hayat onun için zor geçiyordu ve daha da zorlaşacaktı…
Acı yüklü yetenek keşfi
Radyodan bir ekip göndermişlerdi Düzce’ye. Güzel sesleri keşfetmek üzere gelmişler, askerlik şubesine çadır kurmuşlardı. Dilber, kendi deyimiyle emmisinin kızını da yanına katıp, gizlice gitmişti. Şarkı söylemek, yanık sesini onlara da duyurmak istiyordu. Bunca öfkeli insan arasında tozlaşmaya yüz tutmuş hayalleri vardı…
O güzel sesiyle, “Gönül Gel Seninle Muhabbet Edelim” türküsünü söylemişti. O anki heyecanını, sevincini gölgeleyen endişesini Çapa’ya verdiği röportajında şöyle anlatacaktı:
“Meğer bütün akrabalar oradaymış. Eve dönüyoruz, baktık bizimkiler arkamızdan geliyorlar. Anaa… Dedim ki “Bizi öldürecekler emmi kızı”…
Korktuğu kadar vardı. Bundan sonrası işkence sahneleri içeren bir filmden alıntı gibiydi. Babası öylesine öfkelenmişti ki, Dilber’in parmaklarının arasına kaşık koyup kırdı. Ama hıncını alamamıştı. Onun feryat eden sesi, acıdan gözünden boşalan yaşlar, hiçbir şey onu durdurmadı ve boynuna bir ip geçirerek kızını ahıra kadar sürükledi. Hayvanların yanına bağladı. Sabaha kadar bir süre sonra yenik düştüğü uykunun kollarında acısını bir nebze olsun unutmaya çalışıyordu…
Acı hayatının merkezindeydi
Bu tür öfke dolu sahneler Dilber’in hayatından hiç eksilmedi. Hatta zamanla sıradanlaşacaktı da bu durum. Öyle ki yine aynı röportajda Çapa’ya babasını sıradan bir eda ile şöyle açıklayacaktı Dilber: “Hakiki kovboy gibi bir herifti babam. Abi adam yanlış bir şey gördüğü vakit bıçak atıyordu bize ya… Valla hepimizi bıçaklamıştır; beni, kardeşlerimi…”
Bu sıradanlaşmış öfkenin neredeyse canını alacağı anlar da yaşanıyordu elbet. Başına gelen olaylardan birini aynı röportajda şöyle anlatacaktı: “Bir ara “Senin kızın erotik film çeviriyor” demişler babama. Öbür Dilber Ay’la karıştırmışlar. Hani açık saçık film çeviren kadın vardı ya… Amcam gelmiş demiş ki “Hüseyin, dünyaya rezil olduk, kızın türkücü oldu, sinemada 10 tane erkekle çırılçıplak aynı yatağa giriyor…
Namusunu kurtarmak için dağa çıkar, vur kızını” diyorlar. Babam tabancayı beline sokuyor, gidiyor sinemaya. Filmi izliyor “Ya gardaşım bu bizim Dilber değil. Ben kızımı tanımam mı!” diyor. Paçayı zor kurtardık.”
Oysa babası da türkücü olmak istemişti
Evet, kızına bunca tepki gösteren, işi işkence boyutuna taşıyan adam, kendisi de zamanında türkücü olmaya kalkmıştı. Bunun için de askerden gelir gelmez, karısını köyde bırakıp Urfa’ya, askerlik arkadaşı türkücü Nuri Sesigüzel’in yanına kaçtı. Arkadaşının evini bulduğunda da, onun İstanbul’da olduğunu öğrenmişti.
Hemen kalkıp İstanbul’a gitse de, yıllar sonra kızına yaptığını, bu sefer babası kendisine yapmıştı. Onu yaka paça sürükleyip evine götürmüştü. Belki de Dilber’e, kendisine yapılan muamelenin aynısını yaparak kendi çocukluğunun intikamını alıyordu farkında olmadan. Ya da öğrendiği doğru, onu buna sürüklemişti. Bu kader zinciri miydi?
Yarışmada birinci olduğunu öğrendi
Dilber’i apar topar evlendirmişlerdi. Bu aslında içinde aşk barındırmayan, zoraki bir evlilikti. Hatta evlendiği kişi neredeyse dedesi yaşındaydı. Çünkü Dilber, henüz 13 yaşındaydı! Aslında başlık parası durumu da vardı. Babası, belki de kızının da evden kaçmasından korkmuştu, kim bilir! Tıpkı kendisi gibi…
Henüz kendisi çocuktu ve şimdi de hamileydi. Bu sıralardı. Radyodan birinci olduğunu bildiren bir mektup aldı. Babasının elini ensesinde hissetmesi gecikmedi. Onu, hamile haliyle öldüresiye dövdü. Belli ki bu konudaki hıncı hiç geçmeyecekti…
Ve Dilber Ay, yıllar sonra da olsa, bu anları röportajında anlatırken, iki damla yaş süzülecekti gözlerinden usulca…
Canı çok yanıyordu. Ama ne kadar canı yansa da, bir gün belki en çok yaşayarak öğrendiği bu “doğrulardan” sebep, o da yapacaktı aynı hataları. Bir kızı evlendiğinde 18’indeydi, diğeri ise 16! Çapa, “Bugünkü aklınla onları yine evlendirir misin?” diye sorduğunda ise, “Allah etmesin anam… Keserim o kapıya geleni. Ama o zamanlar ben de çocuktum, nerden bileyim?” diyordu. Oysa insan, zamanı gelince, kader çizgisini kıramıyorsa, hep aynı yollardan geçiyordu.
Zira böylesine dayak yemişken gün gelecek Dilber Ay da, kızını mutfakta bulaşık yıkarken türkü söylediği için dövecekti. Yine aynı röportajda ise, şu cümlelerle açıklıyordu geçilen yolların aynılığını fark etmeden: “Böyle şeylere heveslenmesin diye… Bir eve, bir deli yeter.”
Ama şimdi ölesiye dövülmüştü; kaçıncı kez olduğunu bilmiyordu bu dayakların. Bir yandan yarışmada da birinci olmuştu. Bu gerçek, karanlığın içindeki minicik, mini minnacık bir aydınlık gibiydi; nasıl peşinden gitmezdi! Çok sonra bir şekilde kaçıp İstanbul’a, radyoya gitmeyi başardı. Ama bu sefer de jandarma engel oldu ona. Birinci olduğunu bildiren mektubu gösteremeden onu dilenci sanıp gönderdiler…
Yıllar geçti. Zorlama evliliği ona iki kız çocuğu getirmişti. Neyse ki sonunda ondan boşanmayı başarmıştı. Elbet gerisi de gelirdi…
(Solda İzzet Çapa ve sağda eşi İbrahim Karakaş)
Dilber Ay şöhret yolunda
Dilber, radyoya gidip dönmek zorunda kalmıştı; ama tek umudunu da burası sayıyordu. Ondan vazgeçemezdi. Mektubu saklaması için ninesine vermiş, bir gün ondan geri almanın hayalini kuruyordu. Şimdi radyonun kapısını tekrar çalma zamanı gelmişti. O günü bir başka röportajda şöyle anlatacaktı:
“Sene 72-73. Mevsim kış. Ayağımda lastik var, delik. Yün çorap var; ama ayağım hep ıslak. Şalvarım, başımda atkım var. İçeride beni hatırladılar. Eylül’ün 20’sinde yine gel dediler. Aralarında para toplayıp beni gönderdiler.”
O parayla önce bir ayakkabı aldı ve evine geri döndü. Bir hafta sonra da babasıyla gittiler tekrar radyoya. Aman Allah’ım, ne korku! Neredeyse kalbi ağzından çıkıverecek. Heyecan desen denmez. Zira “Herhalde beni öldürecek diye düşünüyordum.” diyecekti yine röportajında. Babasının türkücü olmak için İstanbul’a gelişinin hikâyesini de işte bugün öğrenmişti…
Radyoda tanındıktan sonra 24 albüm yapacağı, şöhreti tadacağı, parayı kazanacağı bir hayat perdesi açıldı önünde. Şimdiye kadarkinden başkaydı. Bir yandan da neredeyse değişen pek bir şey yok denebilirdi…
Yıllar geçiyordu; Dilber, yanık sesiyle fırtınalar estiriyordu. Doğrusunu itiraf etmek gerekirse, bu kadarı hayallerinin ötesinde olmalıydı…
Dönemin ünlü isimleri ile sahnedeydi
Çadırda doğan bir bebekken, kaderinde şimdi sahnede şarkılar söyleyip, çok para kazanmak vardı Dilber Ay’ın. Radyodan para kazanamıyordu. O da sahnelere yöneldi.
Şimdi Ankara gazinoları sıraya girmiş, Dilber Ay’ı paylaşamıyordu. Tozu dumana katmış, şöhretiyle uçuyordu. Zeki Müren’den İbrahim Tatlıses’e kadar ünlü pek çok isim onunla çalışmak istiyordu. “Sanatçının hasosuyum anlayacağın” diye özetleyecekti bu durumu Çapa’ya…
Tabii gazinocular da sıradaydı. Hepsi Dilber Ay gibi bir ismi kendi gazinosunda sahneye çıkarmak istiyordu. Sonunda “Birbirimizi kırmayalım arkadaşlar. Sırayla hepimizde çıksın.” diye mutabık olmuşlardı.
Çok para kazanıyordu gerçekten. Yevmiyesi 35 liraydı. O zaman için çok para! Bu dönem Zeki Müren ile ilgili bir anısı da vardı unutamadığı. Çapa’ya verdiği röportajında onu da anlatacaktı:
“Bir gün Ankara’da çorbacıdayız. Zeki Müren benim arabayı kapıda görüp “Bunun sahibini bana çağırın” diyor. Araba Cadillac 8… Önüne de bayrak kondurmuşum. Ben yanına gidince, “Yahu sen bu yaşta bu arabayı almışsın. Başka neyin var?” diye sordu. Dört evim vardı, bugün 2 trilyon versen alamazsın… Ayrıca üç Amerikan arabam daha…”
Öyle çok arabası vardı ki, herkes ona, “Benzinliğin mi var?” diye soruyordu. Anısının yanına “Cahiliz be!” diye de eklemişti bir anıya daha geçerek:
“Bir tane de Regal’im vardı. Bir Ford Granada, bir de Buick… Babama “Bir de uçak alalım bari” dedim. “Nereye koyacaksın kızım uçağı?” deyince “Bahçeye konduruveririz” diye cevap verdim. Ben öyle zannediyordum. Meğer havaalanında dururmuş. Cahiliz be anam babam…”
Bir de tabii ister istemez insanın aklına babasının bu işe şiddetle karşı çıkışları geliveriyor. Çapa, özellikle “Babanın kırdığı parmaklar, para saymaya başlayınca kıymete mi bindi Dilber Ay?” şeklinde soracaktı bu soruyu kendisine. Dilber Ay da, “Tabii ama kovboy yine aynı kovboy. Gazinoya sülalece gidiyoruz. Önde ben, arkada bizimkiler. Hepsi bellerinde silahlarla oturur, beni beklerler.” şeklinde verecekti cevabını…
Kazandığı parayı kelleye yatırıyordu
Bu cümle ilk okunduğunda pek tuhaf gelse de, aslında tam manasıyla bu olmuştu. Dilber Ay, şöhretini, başına konan talih kuşunu, Çapa’ya şöyle anlatacaktı: “Hah, benim başıma dört kez kondu o… Dört defa şöhret oldum. Ama zirvede yel çok olur, uçup gitti paralar…”
Dilber, gazinoda 35 lira kazanıyorsa, o gece 20 lirası yeniyordu. Eğlenceye, alkole para yatırmak gibi bir durum değildi bu. Öyle ki bu günleri andığında, “Sahnede mikrofonu elime aldığım an zaten sarhoş oluyorum. Eğer bir duble içsem İstanbul’u bile rehin alırım. Harbi konuşuyorum, kendimi biliyorum, neden içeyim ki? Kola bile içmem, su içer çıkarım sahneye.” diyecekti.
Dilber, sahneden indikten sonra bir kelleciye giriyor ve tüm kelleleri alıyordu. Malum, evde boğaz çok; işte o 20 lira böyle harcanıyordu.
“Yabancı benim paramı yiyemez. Ailem yedi; ama helâl olsun!” diyordu. Kardeşine bir imza verdiğinde, tüm parası, malı uçup gidivermişti. Bu cümleyi buna rağmen kuruyordu. Çapa, ona kahrolmuşsundur dediğinde de: “Tövbelerin tövbesi, niye üzüleceğim ya… Ben yine paramı kazanıyorum.” diyordu.
Ve ekliyordu: “Dünyanın en zengin kadınıyım babacım. İstediğim yeri alırım. Hâlâ geçerliyim, aslan gibi paramı kazanıyorum. De ki bana “Hanın, hamamın var mı?”, yok. Ama gecekondu evler yaptım kendime… Gecekondu dediysem benim için köşk. Çoluğum çocuğum hep etrafımda.”
Gözü hiç parada pulda olmamıştı. 3 çocuğu, 3 damadı ve 14 torunu, yeğenleri, bacıları derken 40 boğaza bakıyordu. Hiç gocunmadı. Hiç şikâyet etti mi bu hâllerinden içinde bilinmez; ama onu sevmeyen bir tek insan bile yoktu çevresinde. Belli ki samimiydi…
Bu kez gerçekten evlendi
İbrahim Karakaş, Dilber Ay ile tanışmak istiyordu. Arkadaşları, “Seni kovar o, boş ver!” diye sürekli uyarsalar da, İbrahim Bey, tanışmakta ısrarcıydı. Almanya’da bir arkadaşının aracılığıyla tanıştılar. İbrahim Bey, kararlı durmuştu; 1998’de evlendiler. Bu seferki, içinde aşk olan, gerçek bir evlilikti. Evliliklerinde 30 yılı aşacaklardı…
Dilber Ay, bir röportajında evliliği ile ilgili konuştuğunda, şunları söyleyecekti:
“İlk günkü sevgi ve heyecan ikimizde de hâlâ var. Zaten olmasa bugünlere gelemezdik.”
(Beynelmilel)
Sinemada Dilber Ay
Dilber Ay, 2006’da, “Beynelmilel” ile sinemayla tanıştı. Bir gün ofise çağırdılar onu. Necati Akpınar, Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Gülben Ergen ve Meral Okay, elbirliği ile ikna etmişlerdi. Dilber Ay, beyazperde de görünecekti.
Ama çekim süreci biraz zorlu oldu. “Filmci değilim ki ben, türkümü söyler giderim. Kendimi onların içinde esir hissettim.” diye açıklıyordu sürekli seti bırakıp gidişlerini. Sonra ekliyordu: “Adamların yemek içmek saatleri bile planlı. Uyku desen hiç yok. Bir de yemekler az gelince… Dayanamam ben öyle işe. Benim yemeğim bol olacak, etli olacak. Etsiz yemek yemem ben.”
Neyse ki bir şekilde çekimler bitti. Meral Okay’ın ahretliğini oynadığı filmde söylediği “Hacı Ağa”, namı diğer “Tavukları Pişirmişem” türküsüyle dillere pelesenk oldu.
(Yol Arkadaşım)
Beynelmilel filmi, müzik kariyerinin üzerine oyunculukta da ne kadar yetenekli olduğunu anlamasını sağladı. Dilber Ay, Beynelmilel ile 14. Altın Koza Film Festivali’nde, “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü”nü aldı.
Daha sonra onu başka filmlerde de izledik. Dilber Ay, 2014’te, “Hayat Sana Güzel” ile “Mazlum Kuzey”, 2015’te “Figüran”, 2017’de “Yol Arkadaşım” ve son olarak da 2018’de, “Yol Arkadaşım 2” filmiyle kamera karşısındaydı…
Kadere Mahkûmlar ile fenomen oldu
Kader mahkûmları, Dilber Ay için özel bir yerdeydi. Onların ruh hâlini düşünüyor, bir nebze de olsa onlar için bir şeyler yapmak istiyordu. Çünkü kendisi de 8 ay 20 gün cezaevinde kalmıştı ve orada olmanın hissiyatını kavramıştı. Bunun için yıllarca hep iyi reytinglerle süren, daha önce görülmemiş bir formatın başkahramanı oldu. Dilber Ay, 2010’da, Flash TV’de, “Kadere Mahkumlar” adlı bir konsept program sunmaya başladı.
Kanaldan kendisine bir teklif geldi. Ellerinde farklı bir proje olduğunu ve halkın Dilber Ay’ı istediğini söylüyorlardı. Parmaklıklar ardından mahkûmlara türküler okuyan Dilber Ay, programı Devran İskender ile birlikte sundu. Farklı konseptiyle ilgi çekmiş, sosyal medyada fenomen olmuşlardı. Dilber Ay, underground bir türkücü olarak anılıyordu…
2016’da katıldığı canlı yayın programında şöyle bir ifade kullandı: “O programı gözyaşları içinde ciğerim yanarak yapıyordum, o işin sorumluluğu çok ağırdı.” Programdan sebep şeker hastası olduğunu da vurguluyordu. Programı bitirmesine sebep olan büyük bir acı olmuştu. Hapishaneden bir mektup gelmişti ona. Bir genç, sevdiği kızı, ailesinin reddetmesi yüzünden yaşadığı üzüntüyü paylaşıyordu. “Keşke o mektup bana bir hafta önce gelseydi o zaman ben o kızı alır nikahı yapar maddi manevi olarak da yardım ederdim ancak geç kalmışız” diyordu Dilber Ay. Geç kalmışlardı, çünkü gencin intihar haberini almıştı. Bu olayın üzerine programı bitirmeye karar verdi.
Her şey zamanında onun hapse girmesiyle başlamıştı aslında. O anın da itiraf zamanı gelip çatmıştı. Dilber Ay, Avrupa turnesi sırasında yaşadığı bir olaydan sebep hapse girmişti. Daha sonraki röportajlarında bu durumu hep bir anlaşmazlık, tartışma ortamı olarak söylemekle yetinse de 2017’de konuk olduğu “Yaşamdan Hikâyeler” adlı programda, canlı yayında itiraf etti.
Şöyle anlatmıştı yaşadıklarını: “Bu dünyada namusuma, ekmeğime, şerefimle oynama. Bu yüzden yaptım. Başıma kötü bir şey gelmesin diye vurdum adamı. 7-8 yerinden bıçakladım. Ah bile etmedim. Sarkıntılık yapmak istedi. O da boğazında kaldı.”
Dilber Ay öldü
Onu en çok doğallığıyla sevdik. Konuşması, tavrı, olaylara yaklaşımı hem bizden biri gibi hem de hepimizden başkaydı işte. Tüm Türkiye’ye onun en doğal hâli Kadere Mahkûmlar programı sebebiyle Cüneyt Özdemir’in hazırlayıp sunduğu 5N1K programına konuk olduğunda yaşanan “Zorunda mıyım?” diyaloğu ile hafızamıza kazındı. Türk televizyonlarında efsaneler arasına girdi.
Özdemir’in, “En çok istenen 5 parçanın ismini sayar mısınız?” sorusuna Dilber Ay, “Zorunda mıyım?” şarkısını sayarak başlayınca ortaya renkli görüntüler çıkmıştı. Özdemir’in, “Hayır efendim, tabii ki zorunda değilsiniz ama…” tepkisi, Dilber Ay’ı oldukça güldürmüştü…
Ama dün gece hepimizin akıllı telefonlarına düşen bildirim ya da sosyal medyada gördüğümüz haberleri hiç güldürmedi.
Düzce’de, Ağa Mahallesi’nde oturan Dilber Ay, geçtiğimiz gün akrabalarını ziyaret için Ankara’ya gittiğinde, ayağındaki şişlikler üzerine hastaneye gitmişti. 63 yaşındaki Dilber Ay, dün gece saat 22.00 sularında kaldırıldığı Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde geçirdiği kalp krizi sonucu, 23.00’te yaşamını yitirdi. Tüm mahallesini, yakınlarını yasa boğdu…
Dilber Ay, hayata veda etti. Barak türküleri, anasız kalmıştı. Ekranlardan izleyerek sevdiğimiz, dağ gibi heybetli, çelik gibi güçlü; ama yine de bence bir yaprak gibi naif, duygusal bir Dilber Ay geçti bu dünyadan…
En Çok Okunan Haberler