SON DAKİKA
Hava Durumu

Kuşaktan Kuşağa-Şevket Orhan

Yazının Giriş Tarihi: 28.12.2022 08:46
Yazının Güncellenme Tarihi: 28.12.2022 08:46

Efendim Kuşaktan Kuşağa programımızın 5. bölümüne hoş geldiniz. Hiç hız kesmeden başlıyoruz. İlk sorumuz hep aynı. Konuklarımızdan kendilerini tanıtmalarını istiyoruz. Şevket Orhan kimdir?

-Şimdi gençlere çok yaşlı bir adamı tanıtmak zor. Ben 1959 yılında Bursa’nın kale içi diye tabir edilen Pınarbaşı Mahallesinde dünyaya geldim. Tahsillerimizi tamamladıktan sonra uzun yıllar siyaset ve bürokraside görev aldım. Evliyim. 1 kızım 1 oğlum var. En küçüğü 35 yaşında. Dolayısıyla bugün siyasette il, ilçe başkanlığı, belediye başkanı adaylığı, milletvekilliği yaptıktan sonra şimdi de Bursalı hemşerilerimize borcumun olduğu düşüncesiyle Kent Konseyi’nde hiçbir bedel beklemeksizin halkımıza hizmet etmeye çalışıyorum. Gerçi belli bir yaştan sonra zor oluyor ama bu güzel millete borcumuzu ödemek için ve bu görevin mahiyetine inandığım için burada görev yapıyorum. Bildiğiniz gibi kent konseyleri çok yoğunluğu olan kurumlar. Yaklaşık 37 çalışma grubu olan, 5 tane ayrı meclisi olan ve her birinin toplulukları idare ettiği bir kurum olan burada hizmet etmeye çalışıyoruz. Bizim burada yapmak istediğimiz şey “Gelecek nesle nasıl daha iyi şeyler bırakırız?” arayışı. Geçmiş nasıl ki bize bu vatanı bedel karşılığında teslim ettiyse aynı şekilde teslim etmek. Biliyorsunuz Kurtuluş Savaşı’nda tıbbiye mektepleri mezun veremedi. 17-18 yaşında pırıl pırıl gençler, ölümü göze alıp bağımsız bir vatan için istikbal için nasıl fedakarlık ettilerse, biz de yeni nesle bağımsız bir vatan, hür bir vatan, medeni ve insan haklarına uyan bir vatan, bayrağı gönderde dalgalanan bir vatan bırakmak için görevimizi yapıyoruz. Herkes elinden geldiğince kendinden sonraki nesillere bırakacakları için mücadele vermeli. Yoksa günümü gün edeyim, yarını düşünmeden, evlatlarımızı, toprağı, havası, suyu kirli bir ortama bırakmak yerine her şeyiyle temiz bir ortam bırakmak için herkesi mücadeleye çağırıyorum. Bu göreve uğraşıyoruz. Bununla beraber son 40 yıldır hem bürokrasi hem de siyasette verdiğimiz mücadele bunun içindi. Ancak Dünya’nın ülkemiz üzerindeki etkileri bugün gençlerimiz üzerinde çok farklı şeylere sebebiyet veriyor. Bu yüzden biz de inandığımız doğru ve güzelleri gençlerimize aktarmak için mücadele etmek zorundayız.

Teşekkür ederiz. Ayrıca kendilerinden bahsetmişken tekrardan bütün şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyoruz. İkinci sorumuz artık ana başlığımızla ilgili. Şimdi siz hepimizin tecrübeli bir büyüğü, tüm Bursa’da tecrübesiyle isim yapmış biri olarak ileride sizin gibi anılmak isteyen insanlara ne yapmalarını tavsiye edersiniz? Daha doğrusu siz böyle olmak için nasıl bir yol izlediniz? Kendinizin hangi yönlerini geliştirdiniz? Ne gibi özverilerde bulundunuz?

-Günümüz siyaseti çok zor. Ancak şu var, siz kişiliğinizi muhafaza ederek çalışıp, itibarınızı koruduğunuz sürece, üretken olduğunuz sürece bir yerlere muhakkak geleceğinize inanın. Şunu bir defa bilin. Benim size bir abi olarak tavsiyem şu. Ne olur kişiliğiniz ve itibarınızdan taviz vermeyin. Doğru, dürüst ve ahlaklı bireyler olarak hayatınızı sürdürmeye devam edin. Bu önceliğiniz olsun. Sonrasında ilimde, bilimde, sosyal hayatta, bir mesafe kat etmenin arayışı içinde olun. Hiç kimse için boş zaman yoktur. Hep öğrenme uğraşı içinde olun. Eğer bunu yaparsanız her türlü kapı size açılır. Bugün belki kamuoyunda faklı ibareler olabilir. Siyasetçi ya da bürokrat olmak için şunları yapmak lazım gibi. Böyle bir şey yok. Ben bizzat bunların hepsi için bir antitez niteliğindeyim. Benim babam Merinos fabrikasında işçiydi. Ben gayret gösterdim, mücadele ettim ve işimde en iyisini yapma uğraşı içinde oldum ve bir baktım ki siyasetin içindeyim. Ben öyle makam veya siyaset için uğraşan biri değilim. Beni tanıyanlar bilir. Çok fazla itirazlarım olmuştur farklı yerlerde. Hiç düşünmeden de itiraz ederim. Ama şu da bir gerçek, ben kişiliğimden, ideallerimden, hayatımdan hiç taviz vermedim. Olacaksa olur, olmazsa olmaz. Ama benim çizgim bu ve ben hep bu çizgideyim. Ben bu düşünceyle yola çıktım ve yararını da gördüm. Tabii siyasetçi hep kendinden veren olmalı gibi bir düşünce var. Böyle yapınca sıkıntıya düşüyorsunuz, üzülüyorsunuz. Sizden iş istemeye gelen, size iş oldurmaya gelen kişiyi başınızdan savıp, rahatsız olmayacak bir kişiyseniz üzülmezsiniz. Sisin için rahat olur. Ama bunu vicdan meselesi yaparsanız, “Bu adam gerçekten darda olmasa bana gelmez.” diye düşünürseniz üzülürsünüz, yorulursunuz. Tüm işleri ciddiye alarak siyaset yaparsan çok yoruluyorsun. Aksi halde umursamaz bir tavra sahip olursanız, gelip geçici olursunuz. Kalıcı olamazsınız. İz bırakamazsınız. Ama ben gençlerin siyaset yapmasından yanayım. Bürokraside başarılı bir bürokrat ya da teknokrat, veya siyasette başarılı bir siyasetçi olmalarını isterim. Şahsi bakış açımı söyleyeyim. Siyasette bir iyi insan vardır, bir de iyi insan olmayanlar vardır. İyi insan olmanın mücadelesini verip, iyi insanlar olarak devlet yönetiminde yerinizi almanızı isterim.

Peki tamamen şahsi merakım üzerine soruyorum. Şu anki gençlikte tamamiyle siyasetten kopuk, apolitik ya da siyasetin kendini yanlış ve gereksiz gören çok geniş bir cenah var. Bu apolitikleşmenin popülerliğinin ana sebebi sizce nedir? Bu durum ileriyi nasıl etkiler?

+Şimdi yavrum her 20 senede bir kuşak değişiyor. Benim oğlum beni beğenmiyor. Torunum da oğlumu beğenmiyor. Bu hep böyle böyle gidiyor. Ben mevcut koşullardaki gençlerimize ayak uyduracak pozisyonda değilim. Her noktada sizin dünyaya bakışınız çok farklı. Uyuşmakta güçlük çekebiliriz. Ama şu bir gerçek, ben Z imiş, A imiş, B imiş kuşak kuşak ayırmam. Onlar bizim neslimiz. Değerleri olan bir nesil olarak kalmaya devam etmeli. Elbette bilimde, teknolojide bizden çok ileri olacaklar. Olmalarını da istiyoruz zaten. Ama değerlerimiz var. Bu değerlere sahip çıkarak bunu yapmalı. Ben herkese şunu söylüyorum. “Vatansız, hiçbir şey olmaz. Devletsiz, milletsiz, bayraksız hiçbir şey olmaz. Manevi değerlere sahip bir nesil olma mecburiyetindesiniz. Bizi biz yapan bunlardır. Bunun dışında, istediği alanda Dünya’yla rekabet etsinler, bizi görmesinler. Ama o ana fikir, değerler seni sen yapar. Vatanı olmayanın, bağımsızlığı olmaz, değeri olmaz, anası olmaz, babası olmaz. Vatan demek namus demektir, şeref demektir, haysiyet demektir, özgürlük demektir, hak demektir, hürriyet demektir. Her zaman, Önce Vatan. Ondan sonra diğer meseleler. Bunun dışında kendini Z kuşağı olarak tanımlıyordur. Benim Z kuşağından anladığım “Ben eski kuşağın her alanda önündeyim, daha iyisini yapacağım ve Dünya’yla rekabet edeceğim. Dünya’yı alt edeceğim.” demektir. Benim anladığım bu. Yeni kuşaktan tüm beklentim bu. Ben onu bekliyorum. Ama değerlerimizden taviz vermeden, bizden 10 kişiyi ceplerinden çıkartsınlar. Başımıza taç yaparız.

Kısaca milli menfaatleri öne koyup, sonrasında çalışsınlar diyorsunuz. Doğru mu anladım?

Şimdi yavrum bak ben bu gördüğün kitapçığı 3 yıl çalışarak hazırladım. Gençlerimiz için. Kore’yi inceledim. İsrail’i inceledim, İngiltere’yi inceledim, Amerika’yı inceledim. Bütün Kuzey Avrupa’yı inceledim. Ortaya çıkan bir eser var. “Üstün Yetenekli Çocukların Dünya’da Durumu Ne?” konu başlığı altında bir çalışmayla ortaya çıkmış bir kitap. Klasik olacak belki ama yine de anlatayım. Güney Kore 1955 yılında savaştan çıktı. Kişi başı gayri safi milli hasılası 50 dolar civarındaydı. Açlık noktasındaydılar. Çok berbattılar. Moon Kim denen bir profesör, bu üstün yetenekli çocukları bir araya toplayıp, uzun süreli eğitimin ardından 12-13 adet Dünya’yla rekabet edecek icatta bulundu bu çocuklar. Bir anda gayrisafi milli hasılaları kişi başı 1500 dolar civarına çıktı. Daha sonra 35.000 dolarlara, ve şimdi 50.000 doların üzerinde. Hiçbir kaynağı olmayan Güney Kore o günün şartlarında insan kaynağıyla Dünya’yla rekabet eder hale geldi. Aynı durumda İsrail, dünyada üstün yetenekli çocukların oranı %3‘tür. İsrail 1951’de çıkan bir kanunla bu çocuklara ek yardım sağlandı.

Bizde var mı böyle bir program?

Bizde vardı birkaç tane. Şimdi de olmaları için çalışıyoruz inşallah başarılı oluruz. Biz de ona uğraşıyoruz. Konuya geri dönersek, bu %3’ü eğitiyor İsrail. Bu %3’ün içindeki kesimin de %1’ini Ufuk Kolejleri adında bir programla özel olarak eğitiyorlar. Bu dünyanın her yerinde böyle. Tam zamanlı okullarla dünyayla rekabet ediyorlar. Ben de diyorum ki gençlere de biz bu imkanı sağlayalım. Biz arkadaşlarla grup olarak buna üç senemizi verdik. Bu çalışmaları yaptık. Dedik ki gençlerin önünü açalım. Gençlere daha farklı müfredatlar hazırlayalım. Bu çocukları sekizer kişilik sınıflarda eğitip, milletimize kazandıralım. Bir taraftan psikologlarla bir taraftan uzman öğretmenlerle destekleyelim. Bu psikologlar aynı zamanda aileleri de desteklesinler. Toplumda bir yara haline gelmesin. Bu çocuklar farklı çocuklar. Elimizde böyle çok var senin gibi.Estağfirullah, teveccühünüz.

Dolayısıyla şunu söylemek istiyorum. Biz bu çocukları normal şekilde eğiterek kaybediyoruz. Eğer fen lisesi varsa eğer Anadolu liseleri varsa bu çocuklar için de bir eğitim alanı açılmak zorundadır. Bu çocukların içinde altınlar var altınlar. Bu altınları iyice seçip iyi müfredatlarla iyice parlatmak mecburiyetindeyiz. Bu çocuklar gidiyor NASA’da çalışıyor, Bu çocuklar gidiyor iğneyi buluyor. Bu çocuklar gidiyor başka ülkeye hizmet ediyor. Benim çocuğum benim ülkeme hizmet etsin. Bu imkanları ben bu çocuklarımıza sağlayalım diyorum. Bunun olması için de her türlü koşulu zorlayalım. Çünkü bu çocuklar hem Türkiye’nin kurtuluşu, hem de dünyadaki mazlumların kurtuluşu olacak. Eğer biz bunları yapmazsak kötü niyetli insanlar bu çocukları ele geçirip, farklı amaçlarla kullanırlar. biz iyi niyetlerle bu çocuklarımıza hayata kazandıralım. Bunu yapmak mecburiyetindeyiz. Yeni nesil olarak siz de bu işe el atmak mecburiyetindesiniz. Onun için bizler geleceği aydınlatacak işler yapmak mecburiyetindeyiz. Aydınlığı da kimse yanlış anlamasın, İnsan bilgisi kadar insandır. Nokta.

Peki, şu anda güncel olarak Kent Konseyinin yürüttüğü tüm gençliğe yönelik çalışmalar var mı bunlar haricinde?

+ Tabii ki var. Bizim gençlik Meclisimiz var. Bizim beş tane Meclisimiz var. Kadın Meclisi, Gençlik Meclisi, Engelliler Meclisi, Yabancılar Meclisi ve Çocuk Meclisi. Bizim gençlik Meclisimiz farklı bir çalışma organizasyonu geliştiriyor. Demek ki size kadar ulaştıramadı bu çocuklar, burada bir eksiklik var. Gençlerimize ben bunu hatırlatayım. Gençlerimiz daha evvelsi hafta Uludağ Üniversitesi’nde ”İşini Şansa Bırakma” adında bir konferans düzenlediler. Çokta güzel bir çalıştaydı. Kendi çaplarında bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Benim nezdimde de başarılı oluyorlar. Ama demek ki size ulaşamamışlar. Bunu eleştiri kabul ediyoruz. Yaptıklarımızı duyurma hakkında çalışacağız. onların içinde her kesimden gençlerimiz var. Üniversiteden var, liseden var, çalışan arkadaşlarımız var. Gönüllülük esasına dayanan bir iş. Bu yüzden boş zamanlarında bir şeyler yapma gayretinde oluyorlar. Ben kendilerine buradan da teşekkür ediyorum. Boş zamanlarını bu işe ayırdıkları için benim için çok makbul ve muhteber.

Şimdiki sorumuz da şöyle. Her zaman elbette gündemdeymiş ama şu aralar fazlaca gündemde olan gençlerin mesleki kaygıları, işte gerek meslek seçiminde, gerek seçilen mesleğin ekonomik yönü bakımından, gerekse seçilecek mesleğin zorlukları hakkında bence meslekleri girmemekten kaynaklı belli başlı sıkıntılar yaşanıyor. Bu durumdaki gençlerin meslek seçiminde dikkat etmesi gerekenler sizce nelerdir?

Ben dünkü anlayışın tamamiyle karşısında bir anlayışa sahibim. Meslek seçimi derken bir ülkede herkesin aklına doktorluk, mühendislik, mimarlık, avukatlık geliyor. Ben şimdi size soruyorum. Temizlik işçiliği doktorluktan daha kolay bir iş mi? Yani bir hafta çöpünüzü almasalar milletimizin ne hale düşeceğini göz önünde bulundurmamız lazım. Bizim toplumumuzun bu çerçeveden bakarak her mesleğe ayrı bir değer vermesi gerekir. Herkes saydığım mesleklerde çalışanlar hakkında “Çok saygıdeğer insan, mesleği iyi çünkü” diyor. Bu saygıdeğerlik meslekle değil insanlıkla ilgilidir. Ama bu çerçeveden bakarak herkes çocuğunu üniversite bitirmeye zorluyor. Tamam iyi güzel de, çocukta kapasite yok. Herkes okuyamaz ki. Yeteneği yok, o mesleğe uygun özellikleri yok. Sırf o meslekten değil diye sen bir gence farklı gözle bakamazsın. Doktoru değeri neyse işçinin değeri de insanlık bakımından aynıdır. Bunu biz toplumumuzda gerçekten güzel bir noktaya taşırsak meslek seçiminde insanlar zorluk yaşamayacaktır. Bu böyle giderse diğer mesleklere insan bulamayacaksınız. Herkes üniversite okumak istiyor. İşçi bulamayacaksın, marangoz bulamayacaksın, kaynakçı bulamayacaksın. Herkes masa başı görev istiyor. O zaman bizim yapmamız gereken şey hem eğitim anlamında, hem de insanın insana bakışını değiştirecek sosyal alanda bir reformdur. Herkesin herkese değer vereceği bir ortam oluşturmamız lazım. Her insan kendine göre kutsaldır, yaptığı iş de kutsaldır. Ama bugün bakıyorsun, öndeki yüksekteki adam çok değerli, diğerleri değersiz. Olmaz öyle. Senin mutfaktan iğrenerek çıkardığın çöpü kucaklayan adam, bana göre en değerli. Seni çöpten pislikten uzaklaştıran adam bana göre çok daha değerli durumda. Elbette ki doktorumuz da önemli, ama öbür arkadaşımız daha değersiz değil. Toplumumuzda bu güzelliği oluşturmamız lazım. Herkesin birbine saygı duyup birbirini sevdiği bir ortam oluşturmamız lazım. İnsanın insana insan olduğu için değer verdiği bir ortam oluşturmamız lazım. Birlik ve beraberliğe dayalı bir ortamın oluşması gerekiyor. barışın hakim olduğu bir ortam olması gerekiyor. Meslek seçimine gelirsek, her insanda bilimsel belli kıstaslar vardır. Çocuğumuzun ufak yaştan itibaren pozisyonu ve yeteneklerine bakılır. Değerlendirmeler yapılır. Ona göre meslek seçimi için yönlendirilir. Dünyayı incelediğim için rahatlıkla söylüyorum ki, Siz çocuğu çocuk yaştan beri takip edip bu bahsettiklerimi yaptığınızda çocuk çok daha rahat şekilde gerçekten hak ettiği yerlere geliyor. Çocuğu yeteneği ve ilgisinin olmadığı alanda zorlamanın alemi yok. Çocuğun matematikte yeteneği varsa bu çocuğu sosyal bilgilerde zorlamanın manası yok. Hiç gerek yok. Eğitimde de bu tarz reformların yapılmasından yanayım. Ve üniversiteye de o tür zorlamalarla girmedim de karşısındayım. Çocuğun lise dönemindeki başarıları o çocuğun gideceği yeri belirlemeli.

İşin eğitimsel ve sosyal yönü hariç bir de ekonomik yönü var. Sizde bahsettiğiniz temizlik işçisi başka bir yerde, işte doktor, mühendis başka bir yerde. Aslında bunlar sosyal alanda bir yerde olmanın yanında aynı zamanda ekonomik olarak da birbirlerinden farklı gruplardalar. Belki de meslek seçiminde özellikle de ailelerin çocuklarına bu alanları önermesinde En büyük sebebi ekonomik. Oradan örnek verdiğimiz İçin oradan devam ediyorum. Temizlik işçisi gibi meslek gruplarına baktığımızda aslında ekonomik olarak da gelir düzeyi düşük ama iş zorluğu olarak daha zor ve külfetli meslekler olduğunu görüyoruz. Aslında bununla alakalı da bir düzenleme gerekmez mi?

Tabii canım. Çok önemli, en önemli konulardan biri bu. Sağlığını hiçe sayan bir insana, elbette ki yaşayacağı süre çerçevesinde iyi ekonomik ortam sağlamalı.

Şahsi görüşüm, şayet bu ekonomik ortam sağlanırsa, bu az önce bahsettiğiniz ilerde tercih edilmeyebilir kaygısı da ortadan kalkar. Hatta bu sosyal düzenlemeye de önayak olur.

Şimdi herkesin kapasitesi iyi bir eğitim almaya yetmeyebilir. Ama sosyal ortamda, iyi bir kimlik noktasında herkes hak ettiğini almalı. İşçi çocuğu “Benim babam işçi” diye ezilmemeli. Çalmadıkça çırpmadıkça başımıza taç etmemiz gerekenler eziliyor. Sana çok faydalı bir iş yapıyor bu adam. Aslında toplum bunun farkında değil, bu insanlara çok daha fazla değer vermeli.

Bu insanları küçümsemek benim nezdimde çok acizane bir durum. Çok büyük bir ayıp.

Çok büyük hem de. Maalesef günümüzde böyle bir sorun var. Bunların da aşılması lazım. Kısaca sosyal barışı sağlamanın yolu, herkesin birbirine saygı duyması. Bugün bakıyorsunuz adam ben zenginim diyor, kendini başka bir tarafa ayırıyor ve toplumu bölüyor aslında. Toplumda, toplumun her ferdine ihtiyaç duyulur. Herkes birbirine mecbur.

-Eski zamanlarda, sizlerin ya da anne babalarınızın zamanında toplum daha bütünmüş. Ben bunun sebebini o zamanki milli birlik beraberlik ruhuna bağlıyorum ama sadece böyle açıklanması bana fazla basit geliyor.

+ Biz kendi kültürümüzden uzaklaştık. Şimdi ben Avrupa’daki bir delikanlıyla, Türkiye’deki bir delikanlının anlayışının farklı olması kanaatindeyim. Çünkü kültürleri farklı. Benim kültürüm anne babayı inkar etmez. Orada 18 yaşından sonra o çocuk bağımsız oluyor. Kendine farklı bir hayat kurup, aileyi siliyor. Ben burada, çocuğum 50 yaşına da gelse onun arkasındayım. Ben serbest bırakamam ki 18 yaşında. Onun da bana ihtiyacı var benim de ona ihtiyacım var. Bizim kültürümüz bunu gerektiriyor. Onlarda öyle bir şey yok. Onlar farklı bir bakış açısına sahip. Dolayısıyla onun anlayışıyla benim anlayışının aynı olması beklenemez.

-Peki bu anlayış farklılığının toplumumuzun bir kısmını şahsımca kötü yönde etkilemesi topluma zarar verir mi? Bu Avrupai düşüncenin ya da Batı tefekkürünün bizim nesillerimizi etkilemesi, bizim kültürümüze ket vurur mu? Çünkü gözlemlediğim kadarıyla onların bakış açısıyla biz gerici kalıyoruz. Töreler, ananeler, gelenekler, görenekler hep eski, gerici ve cahilce onlara göre. Bir sınıf ayrımı yapılmaya çalışılıyor. Bunun topluma ne gibi sonuçlar doğurmasını bekleyebiliriz?

+ Çok büyük yaralar açacak. Biz bugün varız yarın yokuz ama gençler destek alacak, sırtını yaslayacak birilerine ihtiyaç duyacaklar. Muhakkak. Bizde anne babayı dövmek çok büyük bir ayıptı. Şimdi anne babasını kesip doğrayan var. Bunu nasıl izah edebiliriz? Bu kültüründen, maneviyatından uzaklaşan bir anlayışla izah edilebilir. O yüzden ısrarla şunu söylüyorum. Biz biziz. Biz kendi değerlerimize sahip çıkmak mecburiyetindeyiz. Biz teknoloji olarak dünyayla yarışalım, bilgi olarak dünyayla yarışalım, ama bizim bir özümüz var. Şimdi dedeyle, anneanneyle, babaanneyle yaşayan bir torunun dünyaya bakışıyla, yalnız yaşayan bir çocuğun dünyaya bakışını aynı olmasını bekleyemeyiz. Bu sosyolojik ve psikolojik bir olaydır. Çocuk dededen bir şey alır, babaanneden anneanneden bir şey alır, anne babadan bir şey alır. Dünya görüşüne buna göre şekillendirir. Biz böyle büyüdük. Biz de ataerkil bir toplum yapısı vardır. Şimdi bu anlayış yıkıldı bireysel yaşam anlayışı başladı. Evlilikler maalesef %50 oranında her yıl boşanmalar oluyor. Sağlıklı bir evlilik ortamı oluşamıyor. Çünkü ataerkil aile yapısından uzaklaşıldı. Bir sıkıntı yaşadığında anne babasına gidip soramıyor. Neden? Çünkü o artık bireysel yaşıyor. Yaslanacağı bir aile istemiyor. Dolayısıyla bizim bu ataerkil yapıdan uzaklaşıp, bireysel yaşantın öne çıktığı bir ortamda elbette ki bu sıkıntıları yaşayacağız. Ne zaman ki kendimize geliriz, özümüze döneriz, o zaman olur. Şunu da söyleyeyim, Kimse yanlış anlamasın. Geriye gidelim demiyorum. Bilimde, teknolojide, ilimde hep ileri gidelim. Nasıl ki ben bugünkü neslin benden çok daha akıllı olduğunu kabul ediyorsan, bu neslin kabul etmesi de gerekir ki sonraki nesil de onlardan zeki olacak. Bunun için bizim ayrım yapma gibi bir lüksümüz yok. Evlat bizim evladımız, çocuk bizim çocuğumuz. Akılda, bilimde, teknolojide bizden çok önde. Ama bizim değerlerimiz var. Bizim o çatıyı korumak kollamak görevimiz. Aradaki dengeyi tutturmak lazım. O çocuk bugün farklı bir yaşam tarzı isteyebilir. Yani elde ettiği bilgiler çerçevesinde farklı bir ortam oluşturmak isteyebilir. Ama onu insan yapan değerleri hiçbir zaman bozmamalı ve yıkmamalı. Bizim kültürümüzde hep mazlumun yanında olmak vardır. Nasıl benim çocuğum daha fazla bilgiye sahip olur, Nasıl daha güzel şeyler üretir, Dünya’daki mazlumları nasıl kurtarır? sorularının arayışında olmak gerekir. Bu yüzden olaylara çok farklı gözle bakalım diyorum. Biz kendi kimliğimizden kopmadan dünyayla yarışan bir millet olmamız lazım.

-Gelirken kapıda gördük flamayı. İyi bir Bursasporlu olduğunuzu biliyoruz. Şu anda Bursaspor’un güncel durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

+Çok zor bir soru. Öncelikle Bursaspor bulunduğu yerde olmamalı. Bursaspor dünyada bizim reklamımızın yapılacağı en önemli değerlerden biri Bursaspor. Bizi dünyada nasıl tanıdılar? Hatırladığım kadarıyla ilk Dundee United maçıyla. Bizim buradaki başarımız dünyada bizim reklamınızı yapar. Bursaspor’u sadece spor olarak değilde Bursa’nın bir kimliği olarak da görme mecburiyetimiz var ama bana lütfen bugünkü Bursasporu sormayın. Çok üzülüyorum, içime atıyorum. Sayın belediye başkanımıza da tekrardan teşekkür ediyorum. Sahipsiz kalan bir kulübü almıştır. Tekrardan ait olduğu yerlere taşımaya çalışıyor. 2-3 yıldır çok zor durumda olan bir kulübü toparlamaya çalışıyor. Bizim kendimize gelmemiz lazım. Bugün hiç kimse kendine küfür ettirmemek için kulübü almıyor. Çok açık söylüyorum. Sahip çıkamıyorlar. Yarın bir gün acaba bana hakaret ederler mi endişesiyle kulübe sahip çıkmıyorlar. Dolayısıyla ben Bursasporumuzu Çok sevenlerin çok daha dikkatli olması gerektiğini savunuyorum. Bursaspor bizim için çok önemli.

-Bursaspor’la ilgili herkes birlik beraberlik çağrısı yapıyor. Bu birlik beraberliğin kurulamamasının tek sebebi küfür yememek olamaz. Bence zaten bu birlik sağlanabilir ise ortada küfür edilecek bir durum kalmaz. Bursa kenetlenemediği için bu halde. Bursaspor’a gönül veren çok kişi var. Örnek vermek gerekirse benim rahmetli dayım, hastasıydı. Bursaspor maç kaybetse hastalanırdı. Bu kadar gönül veren, bu kadar bu takıma hasta, bu kadar takım için fedakarlık yapan bir topluluk varken bu birliğin sağlanamaması neden?

+ Doğrusunu söylemek gerekirse, insanlar güveninin sorgulanmasını istemiyor. Kötü örneklerle bugüne kadar gelmiş bir Bursaspor‘da başkanlık ya da yöneticilik yapmak çok zor. Herkes güven sorgulamaya başlıyor. Herkes bana göre dürüst ama bugüne kadar yapılan uygulamalar insanı sorgulamaya itiyor. İnsanları ürkütüyor. Çok arkadaşımla ben konuştum. Eskiden Başkanlık yapmış arkadaşlar, başkanlık yapma potansiyeli olan arkadaşlarla falan. “ Abi ben güvenimin sorgulandığı yerde duramam.“ diyor hepsi. Aslında biraz da ismi lekelenmesin diye uzak duruluyor. Ben Bursasporluyum diyenlerin, insanlarla ilgili dedikodu yapmayı bırakıp, Bursaspor nasıl kurtulur diye düşünmeye başlaması görüşündeyim. Bursaspor, Bursa için çok önemli. Ama Bursaspor bugün hak etmediği bir yerde. Ve maalesef almaya da kimse cesaret edemiyor. Bu konularla ilgili detaylı konuşmak istemiyorum zira rahatsız oluyorum. Ama gün gelecek düzeleceğiz. Az kaldı.

Çok teşekkür ederiz programımıza katıldınız, bizi kırmadınız. Efendim Kuşaktan Kuşağa’nın bugünkü konuğu sayın Şevket Orhan’dı. Yeni bölümlerde görüşmek üzere. Biz verdik kıssayı, okumayı sevenler alsın hisseyi….

 

Kerem Çelebi

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.