

Bugün acı günümüz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün vefat yıl dönümü. Bizlere, çağdaş, modern ve hür-bağımsız bir ülke bırakan dünya lideri Atatürk’ü saygı ile anıyoruz.
Her ne kadar bugün matemli isek de hayat devam ediyor.
Herkesin hem fikir olduğu bir olgu, Bursa Türkiye’nin gözbebeği.
Durum ve hal vaziyet böyle olunca da ister istemez bazı kısıtlamalar yaşanıyor. Bu kentin önde gelenleri, kendilerinin gündemde kalması, sürekli halk tarafından hatırlanması ve yaptıkları işlerin duyurulması adına yerel basına büyük ilgi ve destek veriyor.
Aynı kişiler, bir devlet büyüğü geldiği zaman, adeta başka bir kimliğe bürünmüş gibi hareket ediyorlar.
Adeta kendilerinden geçiyorlar.
Yere göğe sığdıramadıkları yerel basın bir kenara itiliyor. Kakılıyor. Demir parmaklıklar arasına hapsediliyor.
Unutmayalım ki, herkes gelip geçicidir. Yönetici olan. İdareci olan, kenti yönettiğini zannedenler, bugün varlar yarın yoklar. Özellikle, bu konularda önlem alması, Bursa’ya tanımayıp Ankara’dan gelen korumaların isteklerine boğun eğmeyip, “ben Bursa’da asayişi de korumayı da yaparım. Siz işinize bakın. Neler istediklerini söyleyin. Biz, Bursa halkına güveniyoruz” diyebilmek cesaretini göstermeli.
Yoksa, “siz nasıl emrederseniz öyle olsun” anlayışı, Bursa’da pek sökmez. Sökmemeli. Çünkü, o gelenler belki bir gün kalacaklar, belki bir hafta kalacaklar. Sonra Bursa’dan gidecekler. Bizler yine sizlerle baş başa kalacağız.
Kısaca, biz size, sizlerde bizlere yardımcı olmak zorundayız. Çünkü, biz aynı geminin insanlarıyız. Koruma adına, güvenlik adına basına işkence çektirmek kimseye fayda sağlamaz. Kimseye kazanç sağlamaz. Kimseyi de büyütmez. Bakın, oralarda işkence çeken bizler gelip gazetelerde bunları yazıyoruz. Sosyal medyada paylaşıyoruz. TV ekranlarından, radyo mikrofonlarından halka duyuruyoruz. Siz, ne kadar bu işin üstünü örtmeye çalışsanız da, yerel medyayı merak eden Ankaralı görevliler bu yapılanları görüyor. Yapılanlar, sizlere artı değil, eksi puan yazıyor. Halk, sizin yaptığınız işleri değil de basına nasıl zulüm yapıldığını öğreniyor.
Böyle mi olmalı?
Koruma adına eziyet
Geçtiğimiz hafta Cuma günü Bursa başbakanı ağırladı. Cuma mübarek gün, Cuma namazını Ulucami’de kılan başbakan Ahmet Davutoğlu, bütün koruma duvarları ve demir parmaklıklı sözde önlemlere rağmen halkın ayağına kadar giderek onlarla el ele tutuştu. Zor bela oldu bu iş. Ama, başbakan bütün koruma kalkanına rağmen halkıyla buluştu.
Sonra, Merinos’ta toplu açılış töreni vardı. Ben, bu tören ve mini mitingle ilgili konuyu geçen hafta cumartesi günkü yazımda dile getirdim. Olayın doğru olan ve başbakanın Bursa’ya vermek istediği, Türkiye’ye vermek istediği, dünyaya vermek istediği mesajlar üzerinde durdum.
Pek çok köşe yazarı arkadaşım ise, Merinos’ta yaşadıklarını, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası yemeğinde yaşadıklarını, Belediye Başkanları toplantısını haber yapmak isterken yaşadıklarını dile getirip eleştirdiler.
Bu durumda neler yapılmalı?
Başta iktidar partisi il yönetimi her türlü riski ve sorumluluğu üzerine almalı. Sonra, kentin üst düzey yöneticileri inisiyatiflerini doğru kullanmalı. Koruma bahanesiyle kimseye teslim olmamalı.
Özellikle, basının çalışmalarına yönelik önlemler alınırken, “bu basın olmasa. Onlar yanımıza gelmese, bizleri izlemese, biz yaptıklarımızı halka nasıl duyuracağız?” düşüncesini tekrar hatırlayıp, kendilerini bir çek etmelerini tavsiye ederim.
Yoksa, ağızlarıyla kuş tutsalar bile yalnız kalabilme olasılığı var.
Yoksa, basın bir küserse, ortaya çıkabilecek durumları şimdiden anlayabilme öngörüsüne sahip yöneticilerimizin bulunduğunu biliyorum.
Düşmez, kalkmaz bir Allah.
Bazı siyasetçilerin miting alanında söyledikleri beni çok üzdü. Basına 3-5 ilan veririz. Bizim istediğimizi yazarlar. Muhalif olanlar ise yazsalar bile gazetelerde yazıları yer almaz. Şeklindeki düşünceye sahip olmaları gerçekten çok üzücü.
Bu konu bizim iç meselemiz ama, siyasetçilerin galiba en fazla kullandıkları silah da ilan-reklam meselesi.
Kenan Evren ve Bursa basını
Neyse, gelelim, devlet büyüklerinin geliş-gidişlerine koruma adına yaşanılan ve bazına yönelik yapılan eziyetlere.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra dönemin devlet başkanı Kenan Evren ve Konsey üyeleri miting için Bursa’ya geldiler. Sene 1981. Heykel Halk Bankası önüne, saatin hemen arkasına yerleştirilen otobüsün üzerine TRT ve Anadolu Ajansı temsilcileri alındı. Bizlerde halkla otobüs arasında güvenlik için bırakılan meydanda görevlendirildik. İlk defa akreditasyonu orada öğrendim. Güvenliği sağlayan polis ve asker bizlere yardımcı oldular. Sıkıyönetim tam anlamıyla uygulanmasına rağmen Evren’in mitinginde çok rahat çalıştık. Sonra, Çelikpalas Oteli’nde yemek organizasyonu vardı. Oraya gittik. Güvenlik için bizleri salona almak istemediler. Üst katta bir salon verdiler. Evren Paşa bu durumu öğrenmiş. Hemen bizi salona davet etti. Sonra da, “halk ile devlet yönetimi arasındaki en önemli köprü basındır. Biz, Bursa’ya geldik. Bizleri basından neden uzaklaşıyorsunuz?” diye o dönemin Bursalı yöneticilerine uyarılarda bulundu.
Şimdi hatırlıyorum. Cunta lideri, darbe lideri denilen sıkıyönetimin bir devlet başkanı ile bugünkü demokratik sistemdeki başbakan mitingi arasında uygulamalara da, biz eskiden çok rahatmışız…(Bu yazdıklarım, darbeyi savunmak anlamında değil. Basın mensuplarına yapılan bugün davranışlara dikkat çekmek içindir.)
Umarım, Bursalı yöneticiler bu olaydan kendilerine ders çıkarırlarda bir dahaki sefere aynı dertleri yaşamayız.