SON DAKİKA
Hava Durumu

Kuşaktan kuşağa-Röportajımızın konuğu “Tahsin Kara….”

Yazının Giriş Tarihi: 24.10.2022 13:07
Yazının Güncellenme Tarihi: 24.10.2022 13:07

Sevgili okurlar, hoş geldiniz. Safalar getirdiniz. Bu bölüm konuğumuz eski Ak Parti Osmangazi ilçe başkanı ve il başkan yardımcısı, muhasebeci ve Yeni Dünya Vakfı Bursa şube başkanı Tahsin Kara….Vakfı konuştuk…Gençliği konuştuk…Velhasıl çok şey konuştuk..

Röportaj-Kerem Çelebi

 

-Tahsin bey,öncelikle hoş geldiniz “Kuşaktan-Kuşağa” programımıza

+Hoş bulduk. Siz de hoş geldiniz vakfımıza.

Hoş bulduk. İlk sorumuzla başlıyorum. Bize kendinizi tanıtır mısınız?

+Ben Tahsin Kara. 1965, Gümüşhane doğumluyum. 1983 yılında Uludağ Üniversitesi İşletme fakültesine girdim. 1987’de üniversiteyi bitirdim ama çalışmaya 1985 yılında başladım. O zamanlar her aile gibi benim ailemin de ekonomik durumu, çok yüksek değildi. Bugünküne kıyasla daha kıt imkanlarla mesleğe başladım. Biraz da tesadüfen oldu aslında. Muhasebecilik mesleğini seçtim. Okul sonrası da devam ettim. 37. yılım mesleğimde. Kendi ofisim var. Serbest çalışıyorum. Bu sırada çeşitli vakıf ve derneklerde görev aldım. Hala da alıyorum. 2015 yılından beri Yeni Dünya Vakfı’nın Bursa il başkanlığını yürütüyorum. Bir ara siyasetle ilgilendim. Ak Parti’de 2 dönem Osmangazi İlçe Başkanlığı, ardından da 1 dönem Bursa İl Başkan yardımcılığı yaptım. 3 çocuğum var. 2 oğlan 1 kız. Büyük oğlum İstanbul Üniversitesi İlahiyat fakültesinde araştırma görevlisi.  Kızım mimar, serbest çalışıyor. Küçük oğlumsa işletme mezunu. Benim yanımda mali müşavirlik stajını yapıyor. Hayat böyle.

-Hazır vakıftan bahsetmişken, Yeni Dünya Vakfı ne iş yapar, hedefleri ve amaçları nelerdir?

+Yeni Dünya Vakfı, 1996 İstanbul’da kurulmuş, İstanbul merkezli bir vakıftır. 25 şubeyle Türkiye’nin 21 ilinde hizmet veren bir sivil toplum kuruluşudur. Kuruluş amacı ve misyonu gençlerin eğitim hayatında onlara destek olmak olan bir kuruluştur. Kendi karşılayamadıkları ihtiyaçlarını karşılamakta yardımcı olan bir kurumdur. Gerek yurt, gerek burs, gerek diyalektik geliştirme, gerekse yabancı dil konusunda gençlerimize destek olmaya çalışıyoruz. İkiye ayırabiliriz bunları. Biri maddi destekler. İşte burs gibi, yurt gibi. Yıldırım’da 150 kişilik bir öğrenci yurdumuz var. Farklı şehirlerden, farklı ülkelerden kişilerin kaldığı bir yurt. İkincisi de zihinsel destekler. Gençlerin tahayyülâtını ve muhakeme yeteneğini geliştirmeye yönelik çalışmalarımız var. Mendil adında, tamamı kurumumuzun üyelerinin yazdığı şiirlerle basılan bir dergimiz var. İngilizce konuşma kurslarımız var. Edebî okuma kurslarımız var. Bunlar hep tahayyülat ve muhakeme yeteneğine yönelik etkinlikler. Aslında kendilerine altyapı oluşturmalarına yardım ediyoruz da denebilir. Vakfın amacını ise şöyle anlatabilirim. Her nesilde olduğu gibi bu nesilde de nesli yöneten bir yapı var. Biz belki yaşadığımız anda bir şeylerin farkında değiliz ama bugün aslında her şey yönetiliyor. Pandemi de bunun önemli bir örneğidir mesela. İnsanların bunları anlaması ve buna göre yaşaması için muhakeme yeteneğinin olması gerekli. İnsan düşünerek yaşamalı. Yaptığımız araştırmalara göre şu an insanları yönetmede en iyi yollar sinema, medya ve edebiyat. Bunun için sinema kritikleri yaptırıyoruz. Kitap kulüplerimiz var. Kitap kritikleri, edebi eser kritikleri yaptırıyoruz. Medya yönetimi için eğitimlerimiz var. Böyle anlatabiliriz.

-Bugünkü nesil için konuşursak, iş bulma konusu büyük bir sorun gençlik için. Sizce gençler kendilerini nasıl kalifiye etmeliler?

+Bir defa bugünkü gençlik için söylenebilecek bir şey varsa çok özgüvenli, araştırma yetenekleri yüksek. Kendi seslerini duyurabiliyorlar. Her söylenene inanmıyorlar. Ama bu özgüvenlerini nerede kullanacakları konusunda sıkıntıları var. Bu meziyetleri yönetme kabiliyetleri zayıf. Bireyi birey yapan düşünce yetisidir. Bu gençlik kendi düşünce yetisini çok geliştirme potansiyeli olan bir nesil. Kendi kendilerine düşünce sınırlarını genişletebiliyorlar. Bu çok mühim bir meziyet. Mukayese edebiliyorlar. Sorun tespiti yapmaları gerekiyor. Sorun tespitini iyi yapan çözümü doğru yerde arar. Bu da kalifikasyon konusunda mühim bir unsurdur. Bir diğeri çağın gelişimine ayak uydurmaları gerekiyor. Bu sadece çağın gerektirdiği şeyleri yapmak değil, bunların sorumluluğunu da alabilmektir. Bu ikisini birleştirmenin de önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Günün getirdiklerini, avantaj-dezavantaj olarak ayırmadan, beraberce kabullenip, sorumluluğunu almak gerekir. Gelişmeler elbet oluyor ancak gelişmeleri yarattığı ve yaratacağı kolaylıklarla beraber fiziksel, psikolojik ve sosyal sorunları da nasıl çözeceğini düşünmesi gerekiyor. Bugün dijital dünya elimizin altında. Bilgiye ulaşmak çaba gerektirmiyor. Bence gelecekte üniversiteler kalkacak. Şimdiye kadar bildiğimiz derslik sistemi kalkacak. Ama her şeyin elinin altında olduğu bu zamanlarda bilginin doğruluk oranı çok düşecek. Bunu da çözebilmek lazım.

-Eskilerin bir sözü var. “İnsan tahayyülatı kadar güçlüdür.” diye. Sizin söylediğiniz de oraya çıkıyor aslında. Düşünmenin sınırları ne kadar genişse, insan da o denli büyük oluyor. Peki bunlardan arta kalan boş vakitlerde ne yapılmalı? Nasıl gelişilmeli? Şimdiye kadarki röportajlarda da sorduk. Kimisi dedi ki “kurslara yönelinmeli”, kimi dedi ki “İnsan insana muhtaçtır. Sohbet edilmeli.” Sizin fikriniz nedir?

+Şimdi benim buna gerek şahsi gerek de vakıf adına yaptığımız çalışmalar doğrultusunda karşı çıkmam mümkün değil. Amaçlarımız bu yönde. Tamamiyle katılmakla beraber şöyle bir noktaya değinmek istiyorum. Aslına bakarsanız boş vakit diye bir şey yok. Yani herkesi muhattap alarak söyleyebilirim ki insanın yaptığı her şey insana iyi kötü bir şeyler katar. Spor yapmak, kitap okumak, dinlenmek, oyun oynamak, vesaire… Bunlar boş iş değildir ki boş vakitte yapılsın. Ha şayet kişi hayatını bir plan dahilinde yaşıyor ise, zaten boş vakti yoktur. Bizde dilimizde galat olan bazı sözler vardır. Boş vakit de öyle bir şeydir. Önceki söylediklerimle bağlantı kurmak gerekirse, insan öyle sadece cismani bir varlık değildir. Aklıyla, kalbiyle, ruhuyla yaşaması gerektiğini düşünürsek; sadece fiziksel bir hayat yaşaması mümkün değildir. Böyle bir yaşam şeklinde insanın karşısına bir süre sonra psikolojik tatmin sorunları çıkıyor. Şu an Türkiye’de son zamanlarda psikoloğa ihtiyaç çok arttı. Ben bunun sebebini tamamiyle bu tatminsizlik olarak görüyorum. Psikoloğa olan ihtiyaç artınca, üniversitelerin psikoloji bölümlerine olan başvurular da çok arttı. Şayet bu “Ülkede psikolog sıkıntısı var. Derman olmak gerek.” düşüncesiyle yapılıyorsa ne ala. Ama çağın sorunları sebebiyle talebin arttığı bir alanda, ticari olarak tercih ediliyorsa orada sıkıntı var demektir. Günümüzde artık psikologların psikologları var. Meslek tercih ederken işin hem ticari boyutunu, hem de insanların ondan aldığı hizmetin kişilere sağlayacağı fayda boyutunu düşünmesi gerekiyor. Gönülden isteyerek dertlere derman olabilme arzusuna sahip olması gerekiyor. Bu şekilde daha huzurlu, daha müreffeh bir hayat yaşayabilen bir toplum olabiliriz. Bu her meslekte olması gerekiyor. Çiftçi 2 kilo domates yetiştirirken hem elde edeceği maddi kazancı hem de bu sattığı domatesin birilerine gıda belki de şifa olacağını düşünerek yetiştirip satarsa daha müreffeh bir hayat süreceği kanaatindeyim.

-Günümüzde biliyorsunuz kuşak çatışmaları bir hayli gündemde. X kuşağı Y kuşağı ile anlaşamıyor. Z kuşağı hiçbiriyle anlaşamıyor. Bu durumun çözümü nedir? Sevgi, saygı ve hoşgörü ortamına nasıl geri dönülebilir?

+Yani aslında kuşak çatışması diyoruz da bence insanın olduğu her dönemde bu çatışma yaşanmıştır. Çok geriye gitmeye lüzum yok. Şu an 50’li, 60’lı yaşlardaki bizler de gençlik çağımızda bu çatışmayı yaşadık aslında. Bugünkü çatışmanın daha sert ve net olmasının sebebini ben dünya düzeninin değişmesi olarak görüyorum. Eskiden değişim büyüklerin elindeydi. En basit haliyle bir değişimden, gelişimden bir eve pay düşecekse baba üzerinden düşerdi. Televizyon icat olduğunda, o televizyonu eve babanın getirmesi gerekiyordu. Ya da bizim dönemimizin çocukluk hayali bisikletti. Bisiklete binilebilmesi için babasının bisiklet alması gerekiyordu. Şimdi o değişti. Şimdi cep telefonu alan bir baba oğluna diyor ki “Oğlum şunu bir ayarlayıver de kullanabileyim.” Şimdiki gençlik o nesilden önde ve değişimi şu an bu gençlik yapıyor. Bu yüzden daha çok fark ediliyor. Bir de eskiden bir gencin parasının olması için ya harçlık alması ya da fiziksel bir işte çalışması gerekiyordu. Bugün bakıyorsun bir genç evde otururken para kazanabiliyor. Farklı ülkelerle yazışıyor. Ama bizim nesil bir arama dahi yapamıyor. Biz gelişmeye ayak uyduramadık. Bu yüzden daha belli artık. Zaman değişiyor. Ayak uydurmak lazım. 70’li yıllarda saçları senin gibi olan biri “Hippi” idi. Şu anda bu saç modeli her yerde var. Sana bugün hippi demek zamanın gerisinde kalmaktır. 40 yıl önce çatışma buydu. Şu an bambaşka. Zamanla beraber çatışmalar da değişiyor.

-Şimdiye kadar hep eskiyle bugünü mukayese ettik. Eskiye nazaran bugünü yorumladık. Sizden bugünümüze bakarak geleceğin panoramasını çizer misiniz? Sizce bizi gelecekte neler bekliyor?

+Benden önce bu panoramayı oluşturan fütüristler var. Onlar da ifade ediyorlar. Gelecekte, bireysel yaşama doğru gidiyoruz. Günlük yaşama doğru gidiyoruz. Yarınımızı düşünmeden hareket etmeye ilerliyoruz. Mülk sahibi olmanın kaybolduğu bir geleceğe gidiyoruz. Yeni şehir tipleri oluşacak. Daha küçük, daha minimal, sadece ihtiyaca yönelik ev ve iş yeri tipleri oluşacak. Sorunlar değişecek. Trafik sorunu değil de hava trafiği sorunu olacak belki. Yemekler değişecek şu anki yemekler olmayacak. Konuşma dili değişecek. Daha işaret diline kayacak. Yer, mekan, zaman mefhumları değişecek. Bu şekilde.

-Az önce bireyselleşmeden bahsettiniz. Aile yapısı oraya kayacak dediniz. Peki sizce eski aile yapısı mı, bugünkü aile yapısı mı insanlığa daha uygun?

+Az önce çağ, kuşak, etkileşim dedik. Bu değişimler sadece tek alanda oluşmuyor. Bunlar aynı zamanda insanın yaşam şeklini de etkiliyor. Sabah daha bir belgesel dinledim. Malatya’daki kayısıdan bahsediyor. Yüzyıllar önce kayısının membaı Çin’miş. Savaşlarla, kervanlarla, ticaretle taşındığını, en sonunda da Malatya’da kendine yer bulduğunu, Malatya’daki toprak yapısının kayısı için çok uygun olduğundan orada kaldığını dinledim. Bunun gibi aslında aile yapısının değişimi de. Zaman neyi gerektiriyorsa o. Eskiden zaman kırsalda, geniş bir aileyle yaşamayı gerektiriyordu. Şu an böyle bir imkan yok. Dün olsun, bugün olsun, yarın olsun hep ortak bir nokta var. Sohbetimizin merkezini de orada tutmaya çalışıyorum. İnsan, birey, kul. Ne dersek diyelim. Dünyadaki yaşam süresinde huzur, aileden kaynaklanıyor. Bireysellik, ailenin verdiği hazzı vermiyor.

-Aslında basite indirgersek siz diyorsunuz ki ileride bireyselleşeceğiz. Bireyselleştikçe aile olmanın bize kattığı tahammül gibi, sevgi gibi, saygı gibi, hoşgörü gibi nitelikleri yitireceğiz. Hatta hayattan zevk almayacağız. İleride bizi duygusuz, tahammülsüz, merhametsiz ve hatta huzursuz bir insanlık mı bekliyor? İnsan ilişkilerinde noksan bir nesil mi bekliyor bizi?

+Doğru cümle son cümle. Merhamet, muhabbet, tahammül olmayacak çünkü ilişki olmayacak. Sempati olmayacak. Empati olmayacak. İnsaniyet zorlanacak. Vakıf olarak demişiz ki “Vakıf, şefkattir, merhamettir.” Bunlardan mahrum kalacağız. Gerçi ben artık 57 yaşındayım. Ne gencim ne yaşlıyım. Ama gelecekle ilgili hayal kurmakta zorlanıyorum. İnsanın aklının ermesinin başlangıcından ölümüne kadar, hayalleri azalır, yaşanmışlıkları artar. Ezcümle insanın cismani dünya harici bir manevi dünyası olması gerektiğini düşünüyorum.

-Kuşaktan Kuşağa’nın bir güzel röportajının daha sonuna geldik. Konuğumuz Tahsin Kara beye, bizi konuk ettiği ve yüreğini açtığı için teşekkür ederiz. Bu yazıyla belki de bir gününüzün 5-6 dakikasında var oluyoruz. Yazımızı okuyup bizleri var ettiğiniz için tekrardan teşekkür ve saygılarımla… Biz verelim kıssayı, isteyen alsın hisseyi.

 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.