

Rüya gibi yaşıyoruz hayatı…
Riya, hayatımızın temel taşı gibi…
Taş gibi olduk…
Eskiler sıkça söyler, ‘nati kafa nati mermer’…
Biz, işimize geldiği için taş kafa…
İşimize de gelen tek yön çıkarımız…
Toplum olarak, birey olamadık belki ama, bireysel çıkarlarımız doğrultusunda davranmayı öğrendik…
O çalmış…
O ölmüş…
O da gömmüş…
Bize ne?
‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ da atasözümüz değil mi?
Yılan bu sana da dokunur bir gün, panzehrini bulamazsın…
Ya da biz ufak ufak, yılanlaşmaya başladık…
HHH
Oldum olası memlekette, siyatsetçiler ‘hayal’ sattı…
Kimi hayali ihracat yaptı, kimi banka hortumladı, kimi de yine atasözlerimizde olduğu gibi ‘devletin malı deniz, yemeyen domuz’da olduğu gibi ye ye doymadılar, heba ettiler, lafa gelince de ‘tüyü bitmemiş yetimin hakkı’ dediler, sanki biz yedik…
HHH
Ne aldığımız nefesin, ne de hayatın anlamını kavrayamadık gitti…
Makama değer katan siyasetçimiz olmadı, makamı kullandılar hep halkın üstünde…
Dün de böyleydi, bugün de…
Her serzenişin ardından da ya ‘Allah’tan bulsunlar’a sığındık, ya da ‘Allah beterinden korusun’la avunduk…
Orhan Gencebay dinledik;
‘Beterin beteri var,
haline şükret dostum’ diye…
Oysa Orhan ağbimizin ‘Betecek Dertlerimiz’i de var…
Alan aldı giden gitti ah ile
Ölen öldü kalan kaldı vah ile
Ah yaşanır mı bu zulümle kahır ile
Asırlara sığmaz bizim derdimiz
Yetmez olduk kendimize kendimiz of
Yılların günahı kaderde mi kalacak
Elbet bir gün insanlık
Sizden hesap soracak
HHH
En iyisi sözü fazla uzatmadan Nazım Usta’nın dizeleriyle koyalım noktayı;
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!