SON DAKİKA
Hava Durumu

#Sağlık

Bursada Meydan - Sağlık haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Sağlık haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

ALZHEIMER’IN 10 erken Sinyali.... Haber

ALZHEIMER’IN 10 erken Sinyali....

Türkiye’de net veriler olmasa da 600 binin üzerinde Alzheimer hastası olduğu ve uzayan insan ömrüyle birlikte bu sayının 65 yaş üzerinde her beş yılda bir iki katına çıktığı belirtiliyor. Acıbadem Ataşehir Hastanesi Demans ve Davranış Nörolojisi Uzmanı Prof. Dr. Neşe Tuncer, Alzheimer hastalığında erken tanı ve tedavinin büyük önem taşıdığı uyarısında bulunarak, “Erken tanı sayesinde hastalığın ilerleme hızı belirli bir süre yavaşlatılabiliyor, hatta bazı tablolarda durdurulması bile mümkün olabiliyor. Alzheimer en sık unutkanlık gibi yakın bellek sorunlarıyla başlıyor. Hastalığın özelliği, önce yeni olaylar unutulurken eski yaşantıların detaylı bir şekilde hatırlanması. Bu durum hasta yakınlarını şaşırtabiliyor ve unutkanlığın gerçek olup olmadığının sorgulanmasına neden oluyor. Yıllar içinde hastanın belleğindeki bilgiler en yeniden en eskiye doğru bir bir siliniyor ve en eski anılar da kayboluyor. Dolayısıyla erken tanı için özellikle 65 yaş üzerindeki kişilerde oluşan  ‘unutkanlık’ sorununda zaman kaybetmeden konunun uzmanı bir nöroloji hekimine başvurmak gerekiyor” diyor.  Alzheimer’ın 10 erken sinyali! Alzheimer hastalığına erken tanı konulması tedaviden etkin sonuç alınmasında büyük öneme sahip.  Prof. Dr. Neşe Tuncer, Alzheimer’ın erken dönem belirtilerini şöyle sıralıyor:   Unutkanlık giderek artıyorsa ve günlük yaşamı artık etkiler hale geldiyseKonuşmada bozulma varsaZaman ve yer algısında kayıp başladıysaİç görü ve yargılamada bozulma varsa ve hastalık inkar ediliyorsaİş planlama ve takipte zorluk başladıysa Aynı soruları tekrar tekrar sorma, eşyaları yanlış yere koyma dikkat çeker hale geldiyseKişilik ve davranış değişikliği gözleniyorsaYol, yön bulma güçlüğü nedeniyle artık dışarı çıkmak zor oluyorsaİçe kapanma, sosyal ortamlara girememe sorunu başladıysaHobi ve uğraşlardan vazgeçme olduysa  Beyindeki değişimler 20-30 yıl önce başlıyor  Alzheimer hastalığının nedenleriyle ilgili çok sayıda çalışma ve teori mevcut. Beyinde asetil kolin azalması bir neden olarak biliniyor. Yapılan çalışmalara göre; beynin kabuk kısmında hücre içi ve hücreler arasında anormal protein birikimi oluyor, buna bağlı olarak hücreler ölüyor ve hücreler arası bağlantılar geri dönüşümsüz kayboluyor. Bunun sonucunda beyinde hafızayla ilgili görev yapan aracı kimyasalların (asetil kolin) düzeyi azalıyor. Alzheimer hastalığında beyindeki bu değişimler belirtiler ortaya çıkmadan 20-30 yıl önce başlıyor. Dolayısıyla hastalık bulguları ilerledikten sonra tedavilerin faydası sınırlı kalıyor.   Aile öyküsü önemli bir risk faktörü  Beyindeki proteinlerin neden bazı kişilerde biriktiği tam olarak bilinmese de hastalığa yatkınlık oluşturan etkenler üzerine tıp dünyasının kapsamlı çalışmaları sürüyor. Alzheimer’de en önemli risk faktörünün ilerleyen yaş olduğu belirtiliyor. Bunun yanı sıra düşük eğitim düzeyi ve sedanter yaşam, ağır beyin travmalarına maruz kalmak, hipertansiyon ve diyabet gibi damar yapısını bozan hastalıkların kontrolsüz şekilde var olması, kadın cinsiyeti, tedavi edilmemiş depresyon, obezite, sigara ve alkol tüketimi, hatta hava kirliliği ve zehirli gazlar gibi pek çok etken hastalığın başlamasında etkili oluyor. Prof. Dr. Neşe Tuncer, aile öyküsünün Alzheimer’da önemli bir risk faktörü olabileceğine işaret ederek, Alzheimer hastalığının bazı ailesel formlarında hastalığa yakalanma riskinin normal popülasyona göre 3-4 kat fazla görülebileceği belirtiliyor. Üstelik ailesinde Alzheimer hastalığı olan kişilerde hastalık 65 yaş öncesinde başlayabiliyor ve bu tablo ‘erken başlangıçlı Alzheimer’ olarak nitelendiriliyor. Bu nedenle aile öyküsü olan kişilerde genetik araştırma yapılması önem taşıyor.    Yeni tedaviler umut veriyor!  Alzheimer hastalığının tedavisinde Amerika Birleşik Devletleri’nde onay alan, henüz Avrupa’da onay almamış bazı yeni ilaçlar mevcut. Amiloid aşıları olarak geçen bu moleküller beyinde biriken anormal proteinleri temizleyerek etkili oluyorlar. Bilim dünyası her gün bu tedavileri geliştiriyor; etkinliğini arttıran ve yan etkilerini azaltan formlar üzerinde çalışıyor. Çalışmaları yakından takip ettiklerini belirten Prof. Dr. Neşe Tuncer, “Yakın bir dönemde ülkemizde de hastalarımıza verebileceğimiz yeni tedaviler için umutluyuz.” diyor. Hastalığın ilerleme hızı yavaşlatılabiliyor Halihazırda kullanılan ilaç tedavisi ve yaşam alışkanlıklarında yapılan düzenlemelerle hastalığın ilerleme hızı yavaşlatılarak hastanın fonksiyonel kapasitesi artırılabiliyor. Demans ve Davranış Nörolojisi Uzmanı Prof. Dr. Neşe Tuncer, ancak tedaviden etkin sonuç alınabilmesi için ilaç kullanımına mutlaka erken dönemde başlanması gerektiğine dikkat çekerek, “Özellikle, hastalığın bulgularını yavaşlatmakta etkili olduğu yapılan çalışmalarla kanıtlanmış olan ilaçların tedavisine erken dönemde başlandığında, tedavinin etkinliği daha uzun süreli oluyor. Erken teşhisin bir başka önemi ise bunamaya neden olan Alzheimer dışındaki tiroit hastalıkları, vitamin yetmezlikleri, depresyon ve diğer sistemik hastalıkların tedavi edilmesidir” bilgisini veriyor.  Bedensel ve zihinsel yöntemler önemli Prof. Dr. Neşe Tuncer, ilaç tedavisinin yanı sıra bilişsel stimülasyon, hastanın zihinsel kapasitesinin arttırılmasına yönelik hobiler, faaliyetler, egzersizler, sosyalliğin arttırılması, fiziksel egzersiz programları, beslenme alışkanlıklarında yapılan düzenlemeler (yeşil sebze, meyve, tahıllardan zengin kolesterolden  fakir Akdeniz diyeti ile beslenme) gibi bedensel ve zihinsel yöntemlerin de hastalığın ilerlemesini önlemede etkili olduğunu belirtiyor.

Bu meslekler tansiyonu yükseltiyor Haber

Bu meslekler tansiyonu yükseltiyor

Uzmanların ölümcül olarak tanımladıkları hipertansiyon, aslında bir yaşam tarzı hastalığı. Stres ve beslenme tarzının hipertansiyonun nedenleri arasında olduğu biliniyor. Altınbaş Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Özlem Esen, en sık rastlanan ölüm nedenlerinin başında hipertansiyonun geldiğini ancak toplum tarafından yeterince bilinmediğini anlattı. Prof. Dr. Özlem Esen, yüksek tansiyon sahibi bir hastanın belirtileri hissetmediğini bunun ancak doğru şekilde ölçerek farkına varılabileceğini de hatırlattı. Yüksek tansiyonu, yaşam tarzı hastalığı olarak tanımlayan Prof. Dr. Özlem Esen, stres faktörü yüksek meslekler, örneğin finans sektörü çalışanlarının yüksek risk altında olduğunu belirtti. Yüksek tansiyon nasıl ölçülür Prof. Dr. Özlem Esen doğru tansiyon ölçümünün, sakin ve rahat bir pozisyonda oturarak ve iki koldan yapılarak tespit edilebileceğini söyledi. Günümüzde dijital cihazların da klasik tansiyon aletleri kadar güvenilir olduğunu belirten Esen, en sağlıklısının her iki koldan birden ölçüm yapılarak en yüksek değerin takip edilmesi olduğunu anlattı. Beyaz önlük sendromu Maskeli hipertansiyon konusuna da dikkat çeken Esen, “Yüzde 15 - 20 oranında rastlanıyor. Hasta beyaz önlüklü, doktorun yanında kendini rahat hissettiği için tansiyonu düşüyor. Sinsice ilerlemesi durumunda hasar ancak iç organlara bakılınca anlaşılıyor” dedi. Bunun bir yaşam tarzı hastalığı olduğunun altını da çizen Esen, “Bir grip gibi virüse ya da bakteriye bağlı değil. Hayatlarında, stres faktörü yüksek olan örneğin finans sektörü çalışanlarının yüksek tansiyon hastası olma riskleri yüksektir. Bu, aslında hayatınızda bazı şeyleri yanlış yaptığınızın sinyalidir. Arabaların yağ miktarı azaldığında nasıl sinyal göstergesi değişir, hata sinyali verir. Tansiyon yükseldiğinde de bir şeylerin ters gittiğini düşünebiliriz. Bununla birlikte kaygı bozukluğu da tansiyonu yükseltir. Deprem döneminde birçok vaka yaşadık. O dönem çok kaygı ve üzüntü yaşayan kişilerin geçici yüksek tansiyon atakları oldu. Ama bu kişiler daha sonra tansiyon hastası olarak hayatlarını sürdürmediler” açıklamalarını yaptı. “75 yaş üstüne yüzde 85 hiper tansiyon riski” Özlem Esen, ayrıca ömür uzadıkça yüksek tansiyon olma olasılığının yüzde 90’a çıktığına dikkat çekerek damarlardaki kolajenin, elastikiyetinin azaldığını, kanın daha sert bir duvara çarptığını söyledi. Esen, böylece sertleşen damarların, yüksek tansiyona neden olacağını anlatarak insanın damar yapısının 12 - 8 tansiyon ile yaşamaya dizayn edildiğini belirtti. Tansiyonun 8 üzerine çıktığı an rejenerasyon denilen bozulmaların başladığına işaret eden Esen, “13 -14 tansiyon sizi öldürmüyor. Ama 10 yıl sonra böbreklerinizde arızalar, göz ve kalp damarlarınızda hastalıklar başlıyor. Kişi ,15’e 9 tansiyon ile de hiçbir rahatsızlık hissetmeyebilir. Çünkü beyin kan akımı dediğimiz, beynimize giden damarlarımız bizim aslında koruma mekanizmamız. Beyin kanamasını engellemek amacıyla damarlar gevşiyor, kan akımı oraya daha yavaş gidiyor. Biz 16 tansiyona alışıyoruz. O kişinin tansiyonunu birdenbire 12'ye düşürürsek, kişi bu sefer düşük tansiyona alışmakta zorluk çekiyor. Gördünüz mü, ben zaten 16 ile yaşamaya alışmıştım, 12 bana iyi gelmiyor diyebiliyor. Oysa daha yumuşak geçişler ile hasta rahatlatılmalı” açıklamalarında bulundu. “Sarımsakla, limonla tedavi olmaz” “Halk arasında limonun yüksek tansiyona iyi geldiği söylenir” diyen Esen, “Gerçekten de soğuk su ile limon karışımı ani yükselen tansiyonu düşürmek için kullanılabilir. İdrar söktürücü etki yapar. Ayran soda ikilisi ise düşük tansiyonu en hızlı yükselten içecektir. Ancak sarımsakla, limonla tedavi olmaz. Düzenli ilaç kullanımıyla tedavisinin yapılması lazım” değerlendirmelerini yaptı. “İlacı kullanma oranı maalesef yüzde 50” Özlem Esen, tansiyon ilacının hayat boyu alınması gerektiğini vurgulayarak “Çünkü ilacın ömrü 24 saattir. 24 saat sonra ilaç kanımızda kalmıyor ve damarın gevşemesini sağlayacak bir maddeye ihtiyaç duyarız. Dünyadaki bütün bilimsel çalışmalarda, ilacını düzgün kullanan insanların oranı neredeyse yüzde 50. Bu çok önemli bir bilgi. İlacını iyi kullananların tansiyonunun hedefte olması yani ilacını aldı, tansiyonu 12 - 8'e ulaştı. Bunların oranı da yüzde 50. Yani o kadar az insan hedef tansiyonda yaşıyor ki. Bunun için de çok sinsi ve öldürücü. Oysa teşhisi kolay, tedavisi kolay bir hastalık. Ancak ilacın devamlılığını sağlamak çok zor. İlaç kullanımı sonrasında da sıkı takip isteyen bir hastalık ve süreklilik arz ediyor” uyarılarında bulundu. Kırmızı üzüm, çilek ve kiraz tansiyon dostu yaz meyveleri Özlem Esen, ek olarak kırmızı üzüm, çilek ve kirazın, tansiyon dostu yaz meyveleri olduğuna dikkat çekti. Bu meyvelerin, tansiyon düşürücü özelliği olan antosiyanin maddesi içerdiklerini, porsiyon kontrolü ile belli saatlerde düzenli tüketilmelerinin çok faydalı olduğunu söyledi. Ancak karpuz tüketimi konusunda da uyarılarda bulundu. Yazın en çok tüketilen karpuzun yüksek tansiyona neden olabileceğinin altını çizdi. Bunun halk arasında çok az bilindiğini kaydeden Esen, “Yazın çoğu hastamız karpuz ve peynirden oluşan diyetler yapıyor. Eşlik eden ürün de maalesef tuzlu peynir. İkisi birlikte tüketildiğinde vücutta ciddi ödeme neden oluyor. Dolayısıyla karpuzun 2 üçgen dilimden fazlasını önermiyoruz” diye uyarılarda bulundu. Sotelenmiş domates kalp dostu Esen, domatesin içeriğinde olan likopen maddesinin de kalp için çok faydalı olduğunu kaydetti. Ancak bu likopenin enteresan bir şekilde ısı ile temas ettiğinde aktif olduğunu hatırlattı. “Zeytinyağı ile hafif sotelenerek tüketilirse antioksidan değeri kat ve kat artıyor. O nedenle Akdeniz diyetine kalp dostu diyoruz” bilgisini paylaştı. Lifli gıdalar tüketin Tansiyon hastalarına son olarak, mutlaka lifli gıdalar ile beslenmelerini öneren Esen, lifin bağırsaktaki gıda kalıntılarını temizlediği, hızlıca bağırsaktan atılmasını sağladıklarına ifade etti. “Toksik olan gıda ile temas süresini azaltıyor. Gıdalar ne kadar uzun süre bağırsakta kalırsa, o kadar çok tuzları emiliyor. O nedenle meyveleri de smoothie gibi değil lifleriyle normal çiğneyerek tüketmeli” dedi.

Uzmanlar uyarıyor: 'Sahte güneş gözlükleri tehlike saçıyor' Haber

Uzmanlar uyarıyor: 'Sahte güneş gözlükleri tehlike saçıyor'

Güneş gözlükleri yaz aylarının vazgeçilmez aksesuarlarından olarak öne çıkarken uzmanlar, sahte gözlüklerin göz sağlığı için büyük tehdit oluşturduğuna dikkat çekiyor. Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Gökhan Arslan, “Güneşe bakmayı hiç tavsiye etmiyoruz, zararlı etkilerini direkt göz alıyor, etkileri uzun vadede görülüyor. Katarakt oluşumunu hızlandırıyor, gözün kojektiva dediğimiz beyaz kısmında göz eti diye tabir edilen pterjium hastalığı, göz önüne sarı kabarcıklar oluşturabiliyor. Koyu renkli her cam koruyucu değil, damgaları var, ultraviyole ışınlardan koruma düzeyine bakmak lazım. Güneş gözlüğü muhakkak takalım, işportadan alınmasını tavsiye etmiyoruz” dedi. Yaz aylarının gelmesiyle bu ayların vazgeçilmez aksesuarlarından olan güneş gözlüklerine ilginin arttığı belirtiliyor. Uzmanlar ise güneş ışınlarının zararlı etkilerinden korumada gerekli şartları sağlamayan güneş gözlüklerinin gözlerde büyük hasarlara yol açabileceğine dikkat çekiyor. Büyükçekmece Mimar Sinan Devlet Hastanesi'nden Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Gökhan Arslan da güneş gözlüğü alırken dikkat edilmesi gerekenleri sıraladı. Op. Dr. Arslan, sahte gözlüklerin gözlerde oluşturabileceği problemlerin göz ardı edilmemesi gerektiğine dikkat çekerek vatandaşları uyardı. “Koyu renkli her cam koruyucu değil” Gözleri güneş ışınlarının zararlı etkilerinden koruyan malzemelerden üretilen gözlüklerin tercih edilmesi gerektiğini söyleyen Büyükçekmece Mimar Sinan Devlet Hastanesi'nden Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Gökhan Arslan, sahte güneş gözlüklerinin tercih edilmesi sonucu çok ciddi sağlık sorunlarının oluşabileceğine dikkat çekti. Vatandaşlara önemli uyarılarda bulunan ve gözlük alırken dikkat edilmesi gerekenleri aktaran Op. Dr. Arslan, “Güneş gözlüğünü niçin alıyoruz; güneşin zararlarından korunmak için alıyoruz. Güneşin yazın cildimize zararları var, gözümüze de var. Katarakt oluşumunu hızlandırıyor, gözün konjonktiva dediğimiz beyaz kısmında göz eti diye tabir edilen pterjium hastalığı oluşabiliyor, göz önüne sarı kabarcıklar oluşturabiliyor. Bunlardan korunmak için güneş gözlüğü takmalıyız. En önemli özelliği; bu gözlüklerin güneşin ultraviyole ışınlarından korunması maalesef bu koyu renkli her cam koruyucu değil. Üreticilerin orada damgaları var, ultraviyole ışınlardan koruma düzeyine onlara bakmak gerekiyor ve işportadan alınmasını tavsiye etmiyoruz. Optikçilerden iyi özellikli camların sorulup alınmasını, ultraviyole korumalı camları tercih etmelerini öneriyoruz. Güneşe bakmayı hiç tavsiye etmiyoruz bazıları bakabiliyor, güneşin zararlı etkilerini direkt alıyor. Sarı nokta hastalığı varsa hastanın bunun gidişatını, kötüleşmesini hızlandırır. Bu gibi etkileri uzun vadede görülür. Ani etki olarak da alerji belirtilerinde artma gibi durumlar olabilir" dedi. "Güneş gözlüğü, şapka muhakkak takalım” Çıplak gözle güneşe bakılmaması gerektiğini söyleyen ve gözlüklerin optikçilerden temin edilmesi gerektiğini anlatan Op. Dr. Gökhan Arslan sözlerini şöyle sürdürdü: "Güneş gözlüğü muhakkak takalım, şapka takalım, alerji mevsimindeyiz. Havuzlara girilmeye başlanacak temiz olduğundan emin olalım, konjonktivit, adenovirüs salgınları olabilir havuzlardan temizliğinden emin olmadığımız sulara girmeyelim. Çocuklara tabi ki de daha çok dikkat edelim, yetişkinlerde konjonktivitlerin tedavisi daha rahat ilerliyor. Ama çocuklarda sistemik hastalıklara da yol açabiliyor o yüzden daha temkinli, dikkatli olmak lazım. Güneş gözlüklerini optisyenlerden, optikçi dükkanlarından alalım. Gözü koruyan, büyük olur, gözleri kapatan cinsten rengi önemli değil. Sarı camları çok önermiyoruz, kahverengi, siyah camlar daha iyi olur. Polarize camlar var, bir de bunları kimlere öneririz; araba kullanan kişilere öneriyoruz, bu gözlükler kaportadan, camdan yansıyan ışınları engelliyor. LED, elektronik ekranlı araçlarda ekran gözükmüyorsa çok tavsiye etmiyoruz" diye konuştu.

Gençlerde artan kalp krizi riskine dikkat! Haber

Gençlerde artan kalp krizi riskine dikkat!

Dr. Öğr. Üyesi Rengin Çetin Güvenç, “Kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölüm ve bunun sonucunda ortaya çıkan bireysel, toplumsal ve finansal trajedi bu hastalıkların önlenmesine yönelik çabayı beraberinde getirmiştir. Özellikle Son 20 yılda Gelişen tedavi yöntemleri, artan toplumsal bilinç ve koruyucu önlemlere verilen değer ile genel popülasyonda kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölüm oranları azalma eğilimine girerken genç bireyler arasındaki oran üzüntü ve kaygı oluşturacak şekilde artma eğilimi göstermektedir.   Tam olarak keskin çizgilerle ayrımak doğru olmasa da, tıbbi litaratürde genç hasta grubu olarak kastedilen yaş aralığı 30- 55 yaş grubu arasındaki bireylerdir. İleri yaşta olma ile genç yaşta olmak aynı hastalığın farkı risk faktörelerine bağlı oluşmasına ve oluşmasına yol açan fizyopatolojide farklılıklara neden olmaktadır” dedi.  “Kalp krizi riskinde birden çok faktör etkili olmaktadır” Dr. Öğr. Üyesi Güvenç, “Risk faktörlerinin başında gençler arasında oldukça yaygın ve artma eğiliminde olan sigara içiciliği gelmektedir. Sigara içiciliği ile birlikte obezite, erkek cinsiyet, ailede daha önce erken yaşta kalp krizi geçiren aile bireylerinin oluşu, ailesel kolesterol yüksekliği genç hasta grubu arasında kalp damar hastalıklarını ve bunlara bağlı ölümleri artıran başlıca nedenlerdir. Ayrıca amatör sporcular arasında yaygın olan anabolik steroid kullanımı,  genetik risk faktörleri, uyuşturucu madde kullanımı da nadir görülen diğer sebepler arasında yer almaktadır” diye söyledi. “Kalp krizi risk faktörlerini önlemek ve yaratacağı hastalığı ortadan kaldırmak mümkündür” Dr. Öğr. Üyesi Güvenç, “Stresli iş yaşamı, hareketsiz hayatın getirisi olan obezite ve buna bağlı diyabet ve metabolik sendrom genç bireyler arasında artan önlenebilir, değiştirilmesi mümkün risk faktörleriyken, kişinin doğumundan itibaren varolan ve genç bireylerde kalp krizine sebep olabilen lipoprotein a olarak adlandırdığımız kan kolesterol parametresindeki yükseklikler, ailesel hiperkolesterolemiler ve poligenik risk dedigimiz birden fazla gen havuzundaki etkilenmeler kişinin kalp hastalığına meyilli olmasına neden olan durumlar arasında sayılabilir. Lipoprotein a yüksekliği yapılan çalışmalarda kalp krizi riskini ön gördürücü bir parametre olması bakımından kıymetlidir” diye belirtti. “Ailede kolesterol yüksekliği bulunan genç bireyler doğrudan risk grubu içerisindedir” Dr. Öğr. Üyesi Güvenç, “Özellikle kalp krizi geçirmiş genç hastalar arasında yüksek düzeylerde kolesterol saptanmaktadır ve yüksek seviyelerinin ilerde geçirilebilecek kalp krizi riskinin bir göstergesi olduğu gösterilmektedir ki genç bireylerde özellikle bakılmalıdır. Ayrıca ailesel yüksek kolesterol (hiperkolesteolemiler) genç hastalar arasındaki doğrudan kalp krizi riskini gösteren risk faktörleri arasındadır.  Kayıt çalışmalarında kalp krizi geçirmiş genç hastaların yaklaşık yüzde 10’unda ailesel kolesterolemi mevcuttur. Bu hastaların yaklasık yarısının kalp krizi geçirmeden önce kolesterol düşürücü ilaç almadığı ve yaklasık üçte birininde kalp krizi geçirmesine rağmen kolesterol düşürücü ilaç kullanmadığı gösterilmiştir. Bu durum genç hastaların kalp krizi riskinin iyi tanımlanmamış olması ya da gelecekte ki kalp krizi geçirme risklerinin hafife alınmasından kaynaklanıyor olabilir. Özellikle ailesel kolesterol yüksekliği olan bireylerde yüksek yogunluklu kolesterol düşürücü ilaç kullanımı,  kalp krizi riskini azaltması ve ölümleri önlemesi bakımından önerilmektedir” diye konuştu. “Akut kalp krizi ile hastaneye başvuran hastalar arasında genç kadınların oranı giderek artmıştır” Dr. Öğr. Üyesi Güvenç, “Dikkat edilmesi gereken bir diğer konuda kadın kalp sağlığına yöneliktir. Kadınların menapoza kadar östrojen hormonu sayesinde erkeklere nazaran korunmalı durumda olduklarına dair genel kanı son yıllarda geçerliliğini yitirmiştir. Obezite, diyabet, hipertansiyon, böbrek yetersizliği gibi sorunların kadınlar arasında giderek artması kadın hastaların görece hormonal durumdan kaynaklı avantajlarını dezavantaja dönüştürmüş gibi gözükmektedir. Ayrıca 95 yılından bu yana yapılan kayıt çalışmalarında akut kalp krizi ile hastaneye başvuran hastalar arasında genç kadınların oranının giderek arttığı ve çoğunlukla bulguların atipik olması nedeniyle (göğüs ağrısından ziyade semptomların daha çok çarpıntı ve nefes darlığı şeklinde ortaya çıkması)  tanının geciktiği ya da atlandığı ve kalp damar hastalığına bağlı ölüm ve kötü sonlanıma yol açtığı bilenen bir gerçektir” diye vurguladı. “Kalp damar hastalık risklerinden korunmak için alınabilecek önlemler nelerdir?” Dr. Öğr. Üyesi Güvenç, “Burada önemli olan kalp damar hastalıklarının ve buna bağlı ölümlerin oluşmadan önüne geçilebilmektir. Kan basıncının düzenlenmesi, yüksek kolesterol seviyelerinin düşürülmesi, sigaranın bırakılması, sağlıklı gıdaların yeterli ve dengeli bir şekilde tüketilmesi, daha az işlenmiş gıda tüketimine özen gösterilmesi, aktif yaşam tarzının benimsenmesi ve mümkün oldukça egzersiz yapılması koruyucu önlemlerin başlıcalarıdır. Ayrıca belirli risk faktörlerine sahip bireylerin risk skorlarının belirlenerek uygun tedavileri almalarının sağlanmasi esastır. Bu açıdan özellikle Lipoprotein yüksekliği, ailesel hiperlipidemiye sahip ve ailesinde daha önce erken yaşta kalp damar hastalığı ya da buna bağlı ölüm öyküsü bulunan bireylerin tedavilerinin şekillendirilmesi öne çekilmelidir” diye sözlerini bitirdi.

Bahar aylarında göz alerjisine dikkat Haber

Bahar aylarında göz alerjisine dikkat

Polen ve tozların gözde oluşturduğu kaşıntı, sulanma ve kızarıklıkların kısa sürede geçeceğini düşünmenin yanlış olduğunu belirten uzmanlar, sıradan gibi görünen bu rahatsızlığın görme bozukluğuna sebep olabileceğini söyledi. Mevsimsel hastalıklar arasında başı çeken göz alerjileri, baharın gelmesiyle birlikte tekrar kendini gösterdi. Kış aylarından sonra hasret kalınan güneşin kendisini göstermesiyle birlikte insanların doğayla daha içli dışlı olduğunu belirten uzmanlar, bunun beraberinde bazı sıkıntıları da beraberinde getirdiğine dikkat çekti. Yeşilin ve güneşin insan sağlığına yararı olduğu kadar zararı da olduğunu belirten uzmanlar, bahar aylarında ortaya çıkan polen ve gözle görülmeyen tozlara dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Özel Medicana Bursa Hastanesi Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Adnan İpçioğlu, bahar aylarında sık görülen göz alerjilerin vatandaşlara kabus olmaması konusunda uyarılarda bulundu. Gözde kızarıklık, kaşıntı ve sulanma gibi şikayetlerin alerjilerin habercisi olabileceğini ifade eden İpçioğlu, erken teşhis edilmediğinde ise görme kaybına kadar uzanan ciddi sorunlara sebep olabileceğini söyledi. Göz alerjilerinden korunmak için birkaç püf nokta olduğunu belirten Op. Dr. İpçioğlu, "Öncelikle böyle bir alerjisi bulunan kişinin tozlu ortamlardan uzak durması gerekiyor. Özellikle alerjik konjonktivitler kendilerini yanma, batma ve kaşıntı şeklinde ortaya çıkarıyor. Alerjinin en rahatsız edici yanı göz kaşınmaları olduğundan, hastalar gözlerini kaşımaya ve ovuşturmaya doyamaz. Bu kaşımalar bazı kimselerde gözün önündeki saydam tabaka olan korneanın yapısında bozulmalara sebep olur ki bunların en ciddisi ise görme kaybına yol açan keratokonustur. Alerjik göz nezleleri genellikle atopik diye adlandırılan bünyelilerde çocukluk yaşlarıyla ortaya çıkıp yıllarca aynı mevsimlerde kendini hatırlatır" diye konuştu. Güneşin faydası olduğu kadar zararının da olduğunu belirten İpçioğlu, "Güneşalerjiyi ciddi şekilde arttırıyor. Yani güneşin içerisindeki ultraviyole, yanmayı, batmayı, kızarıklığı arttırıyor. Bunu için güneşin yoğun olduğu saatlerde dışarı çıkılmaması, illaki çıkmak gerekiyorsa da korunmanın yollarını bulmak gerekiyor. Güneş gözlüğü kullanmak alerjik konjonktivitlerden ciddi bir şekilde korumaktadır. Polenlerden ve güneşe maruz kalmaktan korunduğumuz zaman, alerjinin de ciddi şekilde azaldığı görülmektedir" dedi. Göz alerjisinin tedavisinin başlarda hafif ilaçlarla yapıldığını belirten İpçioğlu, "Daha ciddi vakalarda yoğun ilaç kullanımı da gerekebilir. Onun için doktor kontrolü bu noktada çok önem arz ediyor. Alerjik göz yangısı sade çiçek polenleri değil, bunun yanında çayır tozları ve kavak tozları da sebep olabiliyor. Bunları illaki gözümüzle görmemiz de gerekmiyor. Çünkü gözle görülmeyen tozlar havada ciddi oranda bulunmaktadır" şeklinde konuştu.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.