Düşünce özgürlüğü, bir toplumun en temel ihtiyaçlarından biridir. Gazete sütunlarında, televizyon ekranlarında ve dijital platformlarda bu özgürlük savunulurken önemle vurgulanması gereken bir gerçek vardır: Bu şehirde herkes, her gün, düşüncelerini açıkça ifade edebilmelidir.

Ne yapılırsa yapılsın, hiçbir insanın özgür düşüncesine ve vicdanına tahakküm edilemez. Düşünceler, insan kişiliğinin oluşmasına katkı sağlar ve bu sebeple kişilikler satılamaz ya da satın alınamaz.

Bu açıdan bakıldığında, düşüncelerde yalan ve iftira yok ise kimse, başkasının düşüncelerini değiştirmeye yeltenmemeli ve herkes, karşısındakinin görüşlerini olduğu gibi kabul etmeyi benimsemelidir.

Bakın;

Düşünce özgürlüğü, şu ana kadar görev yapan tüm iktidarlar için en büyük sınav olmuştur. Ancak bireylerin, insanlık değerleri ekseninde kimliklerini ve kişiliklerini ortaya koymaları, onların en temel haklarından biridir. Yaşadığı yere sahip çıkmak da bireyin sorumluluklarından biridir.

Bursa'da yaşayan her bireyin bu şehirden yana tavır alması ve şehrini uygar dünyaya tanıtmak için elinden geleni yapması kadar doğal bir şey yoktur. Bu noktada aidiyet duygusuyla hareket ederek, yanlışın karşısında durmak, güzel olanı alkışlamayı insani değerler ekseninde değerlendirmenin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar.

Şunu ifade etmek istiyorum;

Unutulmamalıdır ki suskunluğun egemen olduğu bir yerde, insanlığı inciten tavırlar hâkim olur. Bu nedenle bizler, Bursa'da yaşayan insanlar olarak yazmalı, konuşmalı ve daima bir adım önde olmaya çalışmalıyız. Çünkü bu, çağın bir gerekliliğidir.

Geçmişe baktığımızda, Bursa Ovası'nın yok edilmesine, birinci sınıf tarım arazilerinin statüsünün bir gecede değiştirilmesine, Uludağ'ın birkaç işletmecinin emrine sunulmasına, Bursa'nın sıcak sularının tekel haline getirilmesine kaçak yapılara törenlerle tapu dağıtılmasına karşı çıkanların sesi yeterince duyulmadı. Duyurulamadı..

Ancak bugün, Bursa'nın yerel duruşunu sergileyebildiğine ve şehirde yaşanan olumsuzluklara cesurca tepki gösterdiğine tanıklık ediyoruz. Meslek odaları, STK lar ve bazı sivil toplum kuruluşlarının bu noktada çabalarını gözardı edemeyiz.

Neticede yanlışlar ifşa ediliyor. Şehri zehirleyen kurumlar ve yanlış uygulamalar sorgulanabiliyor.

Buda şu anlama geliyor;

Bursa artık çaresizlik içinde çırpınan bir şehir olmaktan çıkmış, kendi haklarını savunan ve gücünü fark eden bir şehir haline gelmiştir.

Şimdi, daha da ileri gitme ve susan bir şehir olmaktan tamamen kurtulma zamanıdır.

Bursa'nın sesi olmalıyız, konuşmalıyız ve şehrimizi geleceğe daha güçlü taşımalıyız!

Bizim gayretimiz bu yönde...