Sosyal medya günlerdir yıkılıyor.Türkiye genelinde 278 şubesi ve 12 bin çalışanı bulunan Köfteci Yusuf’un iki şubesinden alınan numunelerde binde bir oranında Domuz eti tespit edildi iddiaları hala tartışılmaya devam ediyor..

İlk bakışta bu tür bir olay, Köfteci Yusuf gibi geniş çapta faaliyet gösteren bir firmanın itibarını zedeleyebilecek ciddi bir kriz olarak görülebilir. Ancak, olayın detaylarına inildiğinde farklı bir tablo ortaya çıkıyor. Öncelikle, Bakanlığın analiz raporlarında geçen "binde bir" oranı oldukça düşük ve kasıtlı bir kullanım izlenimi veriyor.

Her gün tonlarca et işleyen bir firmanın böyle bir hatayı bilerek yapması, hem ticari anlamda hem de marka güvenilirliği açısından akla yatkın değildir. Yıllık yaklaşık 2 milyar ciro yaptığı söylenen bir şirketin böylesine riskli ve küçük bir kazanç için böyle bir hamlede bulunması pek mantıklı görünmüyor.

Bir diğer önemli nokta, uzmanların bu tür gıda analizlerinde "şahit numune" alınması gerektiği yönündeki görüşleridir. Ancak bu olayda şahit numune alınmamış ve firma tarafından da bu talep edilmemiş. Bu, olayın soruşturulmasında bir zafiyet yaratmış ve firmanın kendini savunma mekanizmasını zayıflatmıştır. Bu eksiklik, kurumsallaşmanın önemini bir kez daha göstermektedir.

Köfteci Yusuf gibi büyük bir markanın, bu tarz kriz anlarında daha profesyonel bir yaklaşım sergilemesi beklenirdi. İlk günlerde sesleri çıkmadı.Açıklama yapılmadı. Bana göre bu yaşananlar, firmanın kurumsallaşma süreçlerinde bazı eksiklikler yaşadığını gösteriyor.

Ortaya çıkan bu iddialar ve kriz yönetimi, akıllara eski benzer olayları da getiriyor. Bizim kuşak ancak hatırlar. Yıllar önce İş insanı Vedat Bahar tarafından kurulan endüstriyel dondurma markası Panda, benzer bir karalama kampanyasına maruz kalmış ve sonunda piyasadan büyük oranda çekilmişti. O dönemde de benzer tartışmalar ve sabotaj iddiaları gündeme gelmişti.Bir süre sonra İngilizlere ait Algida, Türkiye pazarına hakim olmuştu. Yine bir içecek firmasına karşıda benzer durum yaşanmıştı.

Geçmişte yaşanan bu durumlar sanırım çok şey anlatıyor.

O zaman ki ünlü televizyoncuların yerini bu defa Sosyal medya aldı. Dolayısıyla günümüzde sosyal medyanın etkisiyle bu tür krizler çok daha hızlı bir şekilde büyüyebiliyor ve yayılabiliyor. Sosyal medya kullanıcıları, bazen bilinçsizce veya kasıtlı olarak, firmalar üzerinde büyük baskı oluşturabiliyor. Bu baskı, bazı durumlarda haksız bir şekilde itibar suikastına dönüşebiliyor. Köfteci Yusuf da bu sürecin bir kurbanı olabilir.

Özellikle yerli markaların bu tür krizlerde destek görmesi, milli değerlere sahip çıkılması açısından da önemlidir. Ancak, ne yazık ki, Türk halkı zaman zaman kendi markalarına karşı acımasız olabiliyor. Yabancı markalar boykot edilmezken, hızla büyüyen ve başarıya ulaşan yerli markalar kolayca eleştirilerek hedef tahtasına konuluyor.

Bursa halkı ise Köfteci Yusuf'a sahip çıkmış ve bu sürecin bir itibar suikastı olduğunu savunmaya devam ediyor. Ancak burada Köfteci Yusuf'un da üzerine düşen sorumluluklar da bulunduğunu hatırlatalım. Bursa, markaya sahip çıkarken, bu saatten sonra markanın da şehre ve topluma karşı sorumluluklarını gözden geçirmesi gerekiyor.

Bu bağlamda,firmanın sahibi Yusuf Akkaş Bursa’ya ve Bursaspor gibi şehrin önemli değerlerine nasıl bir katkı sunduğu üzerine de düşünmelidir. Başarıyı yakalamış bir marka, sadece ticari başarısıyla değil, toplumla olan ilişkisiyle de değer kazanır.Vefa önemlidir…Bursa köfteci Yusuf’a vefasını göstermiştir..Şimdi sıra köfteci Yusuf’da…

Firmanın bu süreçten daha güçlü bir şekilde çıkabilmesi, kriz yönetiminde daha proaktif ve şeffaf bir tutum sergilemesi ile mümkün olacaktır..Köfteci Yusuf da başını avuçlarının içine koyarak yeniden düşünmelidir..Fazla söze ne hacet.