Yıllardır ders kitaplarında okutulan, tarihçilerce bahsedilen bir mevzu vardır. Bu mevzu “Araplar bize ihanet etti.” mevzusudur. Bu mevzu kolaylıkla Arap kavimlerinden nefrete, oradan da İslam dinini Türk düşmanıymışçasına algılama yanlışına düşürür.
Ne yazık ki bu düşünce yapısına sahip insanlar Çanakkale Şehitliği’ne gidip bakmıyorlar. Halbuki gitseler görecekler 60.000 şehidin 12.000 tanesinin Arap olduğunu. Gitseler bilecekler atalarının hakir gördükleri Araplarla koyun koyuna yattığını.
Zannediyorlar ki tarihimizdeki en büyük zayiatımız 1. Dünya Savaşı’nda Hicaz-Yemen Cephesi’nde. Oysaki bu olaylar 4000 yıllık Türk tarihi göz önünde bulundurulduğunda ve öbür olayların herhangi biriyle mukayese edildiğinde ufak birkaç münferit hadiseden başka bir şey değildir.
Bu anlayışla zaten herhangi bir dış politika yürütmek de mümkün değildir zira şu anda dünyadaki milletlerin tamamıyla geçmişte savaşmış bir milletiz. Yanlış anlaşılmaya da mahal vermek istemem, bu yazıdaki amacım “Arapların, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordularına yaptıkları doğrudur.” düşüncesinin peşinden gitmek asla değil.
Ancak hiçbir tarih ya da ders kitabında “Yunan İhaneti” ya da “Rumen İhaneti” geçmez. Balkan Savaşları ya da Devlet Kuruluşu olarak geçer. Bu durum bile algılarımızla oynandığının en büyük örneğidir.
1. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı’dan bağımsızlığını ilan eden Balkan milletleri hain değilse, Malta hain değilse, Kuzey Afrika halkları hain değilse, onlardan daha sonra bile Osmanlı toprağı olarak kalan Arap coğrafyasına hain demek, 100 yıllık şanlı devletimizin kuruluş ilkelerine karşı gelmektir.
Şayet bağımsızlık istemek ihanetse dünyada hain olmayan tek bir millet dahi yoktur. Bir millete hain demek için de yazının başlığındaki gibi önce kendi yaptıklarımıza da bakmak gerekir. Biz sanki çok mu vefalı davrandık da başka milletleri zan altında bırakmaya çalışıyoruz?
Şayet olay soydaşlıksa bakınız Uygurlar konusunda sesimiz çıkmıyor. Keza Hocalı ve Boraltan olaylarında da biz soydaşımız Azerbaycan’a karşı vefa gösteremedik. Şayet olay din kardeşliği ise biz 1958’de Birleşmiş Milletlerde “Cezayir’in bağımsızlığı” oylamasında çekimser oy verdik. Oylama 1 oy farkla hayır çıktı. 3 yıl daha iç savaşla uğraştı din kardeşimiz Cezayir.
Bu mu vefa?
1974’te Kıbrıs Barış Harekatı’nı yaparken uçakların inip ikmal yapabileceği yakınlıkta bir havaalanımız yoktu. Rahmetli Muammer Kaddafi uçaklarımızı Libya’ya indirdi. Biz de bu sayede harekatı başarıyla tamamladık. Sonrasında da vefa borcumuzu 2011’de aynı Kaddafi’ye ülkeni terk et diyerek ödedik.
Bu mu vefa?
Bir diğer örnek 1999’da Gölcük depreminde 10 milyon dolarlık petrol ve 236 konutu cebinden yaptıran Saddam Hüseyin’e olan vefa borcumuzu da “1 koyup 3 alacağız.” dediğimiz Huzuru Temin Harekatı’na ve Irak’ta Baas partisinin yıkılmasına destek vererek ödedik.
Bu mu vefa?
Hakeza 1998’de Türkiye’nin isteği üzerine terörist başı Apo’yu sınır dışı eden, beraber doğalgaz boru hattı inşasına başladığımız komşumuz Suriye’ye olan vefa borcumuzu da dönemin başbakanının da etkisiyle “Emevi Camii’nde namaz kılacağız.” sözleriyle ödemiş olduk.
Bu mu vefa?
Kurtuluş Savaşı zamanı hazinesinin önemli bir kısmını oluşturan altınları dönemin Ankara hükümetine yollayarak milli mücadeleye destek veren ve Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk İslam ülkesi olan, 2. Dünya Savaşı’nda Sadabad Paktı’nı imzalayan Afganistan’a da borcumuzu ülkelerine müdahale eden NATO ordularına 260 kişilik birlik yollayarak ödedik.
Yoksa bu mu vefa?
Ancak bu vefa durumu batı tarafımıza döndüğümüzde tam ters hale geliyor. 1. Dünya Savaşı’nda karşımızda yer alan Amerika Birleşik Devletleri, bizi kurduğu pakta alsın diye ülkemizle uzaktan yakından ilgisi olmayan Kore’ye asker yolladık.
Ülkemizin Güneydoğu bölgesini işgal eden Fransa için Afrika’daki din kardeşlerimize uyguladığı zulümleri görmezden geldik. Tarihin başlangıcından beri düşman olduğumuz Çin için bugün hala Uygurları görmezden geliyor, üç maymunu oynuyoruz. İğneyi kendimize batırmadan etrafa çuvaldız sallıyoruz. Bu vefa ve ihanet konusunu açmadan önce kendi tarihimize, sonra da vicdanımıza başvurmamız gerekir. “Acaba adil davranıyor muyum bir milleti zan altında bırakırken?” dememiz gerekiyor.
Yoksa gerisi politik hamasetten ve gereksiz algıdan başka hiçbir şey değildir. Bu algıyı yapanlar Türk halkını bilinçli olarak cehalete sürükleyip Türkiye’nin sözünün geçtiği yerlerden uzaklaştırmaktır.
Tıpkı Güney sınırımıza yıllarca mayın döşeyerek Müslüman coğrafyasıyla aramıza set çekmek isteyenler gibi. Bu algıyı yapanlara izin vermemek için yapmamız gereken tek şey var.
Öğrenmek, öğrenmek ve daha çok öğrenmek.
Ancak bu şekilde yenebiliriz cehaleti ve ancak bu şekilde ulaşabiliriz, birliğe, dirliğe ve kardeşliğe!
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Kerem Çelebi
İğneyi kendimize-Çuvaldızı başkasına
Yıllardır ders kitaplarında okutulan, tarihçilerce bahsedilen bir mevzu vardır. Bu mevzu “Araplar bize ihanet etti.” mevzusudur. Bu mevzu kolaylıkla Arap kavimlerinden nefrete, oradan da İslam dinini Türk düşmanıymışçasına algılama yanlışına düşürür.
Ne yazık ki bu düşünce yapısına sahip insanlar Çanakkale Şehitliği’ne gidip bakmıyorlar. Halbuki gitseler görecekler 60.000 şehidin 12.000 tanesinin Arap olduğunu. Gitseler bilecekler atalarının hakir gördükleri Araplarla koyun koyuna yattığını.
Zannediyorlar ki tarihimizdeki en büyük zayiatımız 1. Dünya Savaşı’nda Hicaz-Yemen Cephesi’nde. Oysaki bu olaylar 4000 yıllık Türk tarihi göz önünde bulundurulduğunda ve öbür olayların herhangi biriyle mukayese edildiğinde ufak birkaç münferit hadiseden başka bir şey değildir.
Bu anlayışla zaten herhangi bir dış politika yürütmek de mümkün değildir zira şu anda dünyadaki milletlerin tamamıyla geçmişte savaşmış bir milletiz. Yanlış anlaşılmaya da mahal vermek istemem, bu yazıdaki amacım “Arapların, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordularına yaptıkları doğrudur.” düşüncesinin peşinden gitmek asla değil.
Ancak hiçbir tarih ya da ders kitabında “Yunan İhaneti” ya da “Rumen İhaneti” geçmez. Balkan Savaşları ya da Devlet Kuruluşu olarak geçer. Bu durum bile algılarımızla oynandığının en büyük örneğidir.
1. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı’dan bağımsızlığını ilan eden Balkan milletleri hain değilse, Malta hain değilse, Kuzey Afrika halkları hain değilse, onlardan daha sonra bile Osmanlı toprağı olarak kalan Arap coğrafyasına hain demek, 100 yıllık şanlı devletimizin kuruluş ilkelerine karşı gelmektir.
Şayet bağımsızlık istemek ihanetse dünyada hain olmayan tek bir millet dahi yoktur. Bir millete hain demek için de yazının başlığındaki gibi önce kendi yaptıklarımıza da bakmak gerekir. Biz sanki çok mu vefalı davrandık da başka milletleri zan altında bırakmaya çalışıyoruz?
Şayet olay soydaşlıksa bakınız Uygurlar konusunda sesimiz çıkmıyor. Keza Hocalı ve Boraltan olaylarında da biz soydaşımız Azerbaycan’a karşı vefa gösteremedik. Şayet olay din kardeşliği ise biz 1958’de Birleşmiş Milletlerde “Cezayir’in bağımsızlığı” oylamasında çekimser oy verdik. Oylama 1 oy farkla hayır çıktı. 3 yıl daha iç savaşla uğraştı din kardeşimiz Cezayir.
Bu mu vefa?
1974’te Kıbrıs Barış Harekatı’nı yaparken uçakların inip ikmal yapabileceği yakınlıkta bir havaalanımız yoktu. Rahmetli Muammer Kaddafi uçaklarımızı Libya’ya indirdi. Biz de bu sayede harekatı başarıyla tamamladık. Sonrasında da vefa borcumuzu 2011’de aynı Kaddafi’ye ülkeni terk et diyerek ödedik.
Bu mu vefa?
Bir diğer örnek 1999’da Gölcük depreminde 10 milyon dolarlık petrol ve 236 konutu cebinden yaptıran Saddam Hüseyin’e olan vefa borcumuzu da “1 koyup 3 alacağız.” dediğimiz Huzuru Temin Harekatı’na ve Irak’ta Baas partisinin yıkılmasına destek vererek ödedik.
Bu mu vefa?
Hakeza 1998’de Türkiye’nin isteği üzerine terörist başı Apo’yu sınır dışı eden, beraber doğalgaz boru hattı inşasına başladığımız komşumuz Suriye’ye olan vefa borcumuzu da dönemin başbakanının da etkisiyle “Emevi Camii’nde namaz kılacağız.” sözleriyle ödemiş olduk.
Bu mu vefa?
Kurtuluş Savaşı zamanı hazinesinin önemli bir kısmını oluşturan altınları dönemin Ankara hükümetine yollayarak milli mücadeleye destek veren ve Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk İslam ülkesi olan, 2. Dünya Savaşı’nda Sadabad Paktı’nı imzalayan Afganistan’a da borcumuzu ülkelerine müdahale eden NATO ordularına 260 kişilik birlik yollayarak ödedik.
Yoksa bu mu vefa?
Ancak bu vefa durumu batı tarafımıza döndüğümüzde tam ters hale geliyor. 1. Dünya Savaşı’nda karşımızda yer alan Amerika Birleşik Devletleri, bizi kurduğu pakta alsın diye ülkemizle uzaktan yakından ilgisi olmayan Kore’ye asker yolladık.
Ülkemizin Güneydoğu bölgesini işgal eden Fransa için Afrika’daki din kardeşlerimize uyguladığı zulümleri görmezden geldik. Tarihin başlangıcından beri düşman olduğumuz Çin için bugün hala Uygurları görmezden geliyor, üç maymunu oynuyoruz. İğneyi kendimize batırmadan etrafa çuvaldız sallıyoruz. Bu vefa ve ihanet konusunu açmadan önce kendi tarihimize, sonra da vicdanımıza başvurmamız gerekir. “Acaba adil davranıyor muyum bir milleti zan altında bırakırken?” dememiz gerekiyor.
Yoksa gerisi politik hamasetten ve gereksiz algıdan başka hiçbir şey değildir. Bu algıyı yapanlar Türk halkını bilinçli olarak cehalete sürükleyip Türkiye’nin sözünün geçtiği yerlerden uzaklaştırmaktır.
Tıpkı Güney sınırımıza yıllarca mayın döşeyerek Müslüman coğrafyasıyla aramıza set çekmek isteyenler gibi. Bu algıyı yapanlara izin vermemek için yapmamız gereken tek şey var.
Öğrenmek, öğrenmek ve daha çok öğrenmek.
Ancak bu şekilde yenebiliriz cehaleti ve ancak bu şekilde ulaşabiliriz, birliğe, dirliğe ve kardeşliğe!